Anayasa Mahkemesinin 19.10.2023 tarihli ve 2018/17652 başvuru numaralı kararı ile; başvurucu tarafından yatırılan ön alım bedelinin (6 yıllık) yargılama süresi içinde nemalandırılmamış olmasından kaynaklanan, bedeldeki değer kaybının, hak sahibi yönünden mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurduğuna hükmedilmiştir. (Söz konusu karar 25 Ocak 2024 tarihli 32440 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)
Bu sebeple söz konusu karara yer vermek suretiyle, Mahkeme’nin bu konuya bakış açısına dair değerlendirme yapmak gerekir ise; yargılamaya konu davada “ön alım” hakkından kaynaklanan bir uyuşmazlık söz konusudur. Başvurucunun iddiası, satın aldığı taşınmaza ilişkin ön alım hakkı sahibi olduğunu ancak bu hakkını kullanmaması için satış bedelinin muvazaalı şekilde belirlendiğini iddia ederek tapu iptali davası açmıştır. Söz konusu davanın yargılama süresin içinde dava konusu ön alım bedeli mahkeme nezlinde depo edilmiştir. 3 yıl süren yargılama sonucunda kararın kesinleşmesi akabinde başvurucuya teslim edilmiş olan bu (depo edilen) bedel ciddi oranda değerini yitirmiştir. Bu noktada da, devletin önleyici tedbirler alması ya da oluşan zararı giderici çözümler üretmesi gerekliliği doğmuş olmakla, Anayasa Mahkemesine başvuru gerçekleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi bu başvuruya istinaden; başvurucunun alacağının, yargılama süresi içinde enflasyona bağlı şekilde değer kaybına uğramasında başvurucunun herhangi bir sorumluluğunun olmadığı, bununla birlikte, mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülük gereğince bedelin nemalandırılmasının gerekli olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi 05.04.2023 tarihli bir diğer kararında da; 492 sayılı Harçlar Kanunun 36/1. Maddesinin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesi ile iptaline hükmetmiştir. Söz konusu madde hükmüne göre; mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin ortaklığın giderilmesi neticesinde tahsil edilen para, tereke parası ve kısıtlı veya gaibe ait paralar hariç- kendilerine tevdi edilen paraları bankaya yatırmaları durumunda, bu paraların bankaya yatırılmasından dolayı elde edilen nemanın devlete ait olması öngörülmüştür. Kararın içeriğinde yer alan şu değerlendirme oldukça önemlidir.
“..Paranın bir başkasına kullandırılması karşılığında elde edilen menfaatler onun semeresi mahiyetindedir. Dolayısıyla paranın başkasına kullandırılması sonucu hasıl olan semerelerden yararlanma yetkisi de paranın malikine aittir. Bankaya yatırılan paranın mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin kontrolünde bulunan bir para olması ve bu paranın anılan otoritelerce bankaya yatırılması, elde edilen nemadan yararlanma hakkının paranın malikine ait olduğu kuralını değiştirmez. Bununla birlikte itiraz konusu kural, özel kişilere ait olup mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine tevdi edilen paraların bankaya yatırılması sonucu elde edilen faiz, ikramiye ve diğer menfaatlerin bankaya yatırılan paranın sahibi olan özel kişilerin yerine devlete ait olmasını öngörmek suretiyle mülkiyet hakkını sınırlamaktadır…”
Anayasa Mahkemesi her iki kararlarında da dikkate alınması gereken bir konuya dikkati çekmiştir.
Günümüzde ülke ekonomisi hızlı değişiklikler göstermekte, para değerindeki azalmaların faiz oranları ile de karşılanamaması sebebiyle paranın alım gücünde her geçen gün ciddi düşüş yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda, parasal değerlerin yargısal amaçlarla depo edilmesi doğal olarak hak sahiplerinin aleyhine sonuçlar yaratmaktadır. Yukarıda yer verilen her iki karar da bu bağlamda yapılan değerlendirmeler içermektedir. Kararların temelinde, Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkı bulunduğu için, pek çok dava ve icrai işlemde söz konusu karara atıfta bulunmak mümkündür.
Öyle ki, pek çok alacak uyuşmazlığı icra müdürlüklerinde başlatılan takiplerine ya da alacak davalarına konu edilmekte, yargılama süreçleri sırasında tarafların uyuşmazlığa konu alacaklarının İcra Müdürlüklerinde ya da Mahkeme veznesinde depo edilmesi söz konusu olmaktadır. Yargılama sürelerinin uzunluğu dikkate alındığında, tarafların kusurunun olmadığı bu durumdan, nihayetinde alacaklı çıkacak olan tarafın zarar görmesi hakkaniyetli ve adil değildir.
Nihayetinde bu durum, devletin temel bir hak olarak mülkiyet hakkını, ekonomik değer taşıyan tüm malvarlığı değerleri yönünden koruması gerekliliğini doğurmaktadır. Nihayetinde, paranın ciddi şekilde değer kaybettiği böyle bir ortamda, çeşitli yasal sebeplerle depo edilen paraların malvarlığı değerlerinin korunması devletin sorumluluğundadır. Devletin bu noktada pozitif yükümlülüğü olduğu Anayasa’nın 35. Maddesi bağlamında tartışmasızdır.
Aksi halde, “bireyin kendi başına hak arama yollarının kural olarak kapalı olduğu, sadece Devlet aracılığıyla gerçekleştirilen bir faaliyet sebebiyle zorunlu olarak bir süre Devlet uhdesinde kalan paradan ayrıca Devletin bir gelir elde etmesi, haksız ve ölçüsüz şekilde mülkiyet hakkı ihlali olacak, mülkiyet hakkının ayrılmaz parçası olan onun menfaatine ve gelirine Devletin el koyması anlamına gelecektir. “ 1 yönündeki görüşün haklılığı tartışmasızdır. (1 Av. Prof. Dr. Muhammet Özekes/İcra Takiplerinde Nemalandırma ve Mülkiyet Hakkı İhlali Sorunu)
İcra ve İflâs Kanunu 134. maddesinde de; ihalenin feshi halinde, süreç kesinleşinceye kadar ihale bedelinin nemalandırılacağına ilişkin düzenlemeye gidilmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, kanun maddesinde her ne kadar ihalenin feshi halinde nemalandırma gerekliliğinin olduğundan bahsedilmiş ise de kanımızca nemalandırmada temel amaç, mülkiyet hakkı bağlamında koruma sağlanması olduğundan kanunda yazmaması nemalandırma yapılmasının önünde bir engel ya da aksi bir kanaat taşımamaktadır. Anayasa temelinde kararlar alan bir hukuk devleti olmak, nemalandırmanın temelindeki mülkiyet hakkını her durumda dikkate almayı ve korumayı gerektirmektedir.
Nitekim İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi E. 2018/1749 K. 2018/2240 sayılı kararında da; “…Borçlu vekili tarafından icra müdürlüğünden dayanak ilamın tehiri icra yoluyla temyiz edildiği, tehiri icra talebiyle dosyaya yatırılan 18.534,19 TL’nin kazanma ihtimalleri çok yüksek olduğundan müvekkilinin zarara uğramaması adına, en yüksek faiz oranından nemalandırılması talep edilmiş olup, icra müdürlüğünce mehil vesikası için yatırılan dosya borcu kadar teminatın nemalandırılmasına dair yasal düzenleme bulunmadığından, borçlu vekilinin talebinin reddine karar verilmiştir. İİK 134.maddesine göre, bedelinin nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödeneceği belirtilmiştir. İİK’ da yatırılan diğer paraların nemalandırılıp nemalandırılmayacağına dair açıkça yasal bir düzenleme mevcut değildir. Ancak nemalandırılmamasını gerektirir yasal bir engel de mevcut değildir. İcra dosyasına tehiri icra talebiyle yatırılan paranın nemalandırılması hem alacaklının hem de borçlunun menfaatinedir….” Şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Öte yandan, “nemalandırma” ifadesinin faiz olarak yorumlanmasının hatalı olacağını da belirtmekte fayda görüyoruz. Zira kanunda açıkça faiz yazmak yerine, nemalandırma ifadesinin kullanılmış olması da, faizle nemalandırmanın aynı anlama gelmediği, aynı sonucu doğurmadığını göstermektedir. Nitekim, enflasyonun hızlı ve ciddi değişkenlik gösterdiği bir ekonomide faizin, paranın değerini korumakta yetersiz kaldığı açıktır. Nemalandırmadan amaç ise, paranın güncel olarak satın alma değerini yitirmemesi olduğundan, mevcut faiz oranları ile bu amaca ulaşıldığını söylemek pek mümkün olmayacaktır. Ancak nemalandırmaya ilişkin işlem yapan pek çok yargı uygulayıcısının maalesef faiz ile nemalandırmayı aynı kabul ederek hesaplama yapmaktadır. İcra Müdürlükleri gerek ise Adalet Bakanlığı, nemalandırma gerekliliğinin, paranın vadesiz mevduat hesabında değil, vadeli mevduat hesabında tutulması ile karşılanacağı kanaatindedir.
Adalet Bakanlığı, ihalenin feshi ile sıra cetveline itiraz ve şikâyet halinde, “… kamu bankası olarak hizmet veren TC Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası ve Türkiye Vakıflar Bankasının, ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasına “Mevduat İlan Edilen Yıllık Faiz Oranları Bildirim Formu” ile bildirilen ve şubelerinde ilan edilen 1 aylık mevduata uygulanacak “Tabela Faizi (cari faiz)” oranlarından en yüksek olanından az olmamak üzere nemalandırılması hususunda gereken dikkat ve özenin gösterilmesi gerekmektedir.” 2 yönünde bir görüş ortaya koyarak bunu ilgili yerlere bildirmiştir. (2 Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü, 22.09.2017 tarih ve 82084579/7176 sayılı nemalandırma konulu yazısı / Av. Prof. Dr. Muhammet Özekes/İcra Takiplerinde Nemalandırma ve Mülkiyet Hakkı İhlali Sorunu)
Sonuç olarak, parasal değerlerin korunmasının bu derece önemli ve zor olduğu bir ortamda, yargılama sürecinin, parasal haklara ilişkin hak kaybına sebep olmaması devletin yükümlülükleri arasındadır. Bu yükümlülüğün tam olarak yerine getirilmediği durumlarda ise, Anayasa Mahkemesinin kararları ile Anayasal sınırların hatırlatılması oldukça önemli olmakla beraber, kararların eksiksiz ve objektif şekilde uygulanmasının da yine devletin yükümlülükleri arasında olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Av.MELEK ATALAN