Uygulamada yaygın olan muris muvazaasının temeli, miras bırakanın ailesinden bazı kişilere terekesinden daha çok mal bırakmak istemesinden veya diğer bir ihtimalde de mirasçılarından mal kaçırmasından kaynaklanmaktadır. Elbette bu kaçırma, açık ve belirgin şekilde yapılmamakta, gerçek irade ile görünen arasında hileli bir görüntü yaratılmaktadır. İşte tam olarak bu noktada muvazaalı işlemin varlığından söz etmek mümkündür.
Zira muvazaalı işlem, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla aralarında gerçek iradelerine uymayan, görünüşte geçerli olmasına rağmen, kendi aralarında hüküm ifade etmeyen bir sözleşme yapma konusunda anlaşmaları ve bu yönde hukuki sonuç doğuran işlem tesis etmeleridir. Diğer bir ifade ile muvazaa tarafların gerçek iradeleri ile görünen beyanları arasında bilinçli şekilde yarattıkları uyumsuzluktur. Ancak esas olan şudur ki; (Türk Borçlar Kanunu 19. Madde) Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, (ispat edilen) gerçek ve ortak iradeleri esas alınacaktır.
Muvazaayı iki türde görmek mümkün olup, mutlak ve nispi muvazaa olarak ikiye ayrılmaktadır.
- Mutlak muvazaa; taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı istememektedirler, ancak görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunmaktadırlar.
- Nispi muvazaa; taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunmaktadırlar.
Muvazaalı işlemin miras hukukundaki sıklıkla görünmesinin sebebi, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla karşılıksız kazandırma yapma iradesine sıklıkla rastlanmasıdır. Mirasbırakanın gerçek iradesi mirasından mal kaçırmak iken, hukuken görünür olan mirasbırakanın tapuda satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi karşılığında malvarlığını azaltan (esasında mirasta azalma meydana getiren) bir kazanımda bulundurmasıdır. Kısa bir örnekle; mirasbırakan ve karşı taraf yapmış oldukları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi olarak hazırlamakta ve tapu memuru önünde gerçek iradelerini gizlemektedirler.
Bu muvazaalı işlemden zarar görmüş veya görecek olan saklı paylı olsun olmasın tüm mirasçılar tapu iptal ve tescil davasını açabilecekleri gibi atanmış mirasçı da muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davasını açabilecektir.
Bu noktada önem arz eden husus, mirasbırakanın gerçek ve görünen iradesinin farklı olduğunu ispat edilmesidir. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 203/4 uyarınca muvazaalı olan işlemler tanık dahil her türlü delille ispat edebilmektedir.
Muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davasında dikkat edilen ve değerlendirmeye esas alınan hususlar; gelenek ve görenekler, toplumsal eğilimler, olayların olağan akışı, miras bırakanın satımda haklı bir sebebinin olup olmadığı, murise bakması veya minnet duygusu yaratan bir durumun olup olmadığı, miras bırakanın taşınmazı satmaya ihtiyacının olup olmadığı, miras bırakanın gelir durumu, ölümüne yakın satış karşısında ve davalının ödeme gücünün olup olmadığı, satış bedeliyle işlem tarihindeki gerçek değer arasında fark olması, miras bırakanın devir tarihinde ekonomik ve sosyal durumunun nasıl olduğu, taşınmazın devirden sonra kimin tasarrufunda olduğudur.
Bu soruların cevapları gerçek iradelerin ne olduğunu ortaya koyacak ve yargılamanın sonucunu oluşturacak olduğundan özenle incelenmeli ve araştırılmalıdır. Belirtmek gerekir ki, gerçek bedeli alınmak suretiyle yapılan satışlarda temlikin mirasçıdan mal kaçırma amacıyla yapılmamış olduğu veya satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir bedel karşılığı dışında bir hizmet bakım veya emek olarak da kabul edilebileceği yönündeki pek çok kararın temelinde bu kıstaslar ele alınmıştır. Zira bu kıstaslar, hatalı bir sonuca varmamak, mirasbırakanın ardından hakkaniyete aykırı bir sonuç yaratmamak için oldukça önemlidir.
Tam bu noktada Yargıtay emsal kararlardaki görüşlerine yer vererek bu ifadelerimizi örneklemek gerekmektedir. Zira her somut olaya göre şekillenen bu muvazaa olgusu uygulamada sık rastlanması sebebi ile Yargıtay kararları ile şekillenmiştir.
- “Belirli bir hizmet, bakım veya emek de semen olarak kabul edilebilir ve böyle bir durumda temlik ivazlı sayılır. Ancak, bu açıklamadan her türlü bakım veya hizmetin semen/bedel olarak kabul edileceği sonucuna varılmamalıdır. Çünkü evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev olduğu gibi eşlerin birbirilerine bakıp destek olmaları da evlilik birliğinin bir gereğidir. Bu nedenle, ana babanın ya da eşin normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu, görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.”
- “Cevap dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde bakım savunmasında bulunan davalının, son dört yılını felçli olarak geçiren babasına sağladığı bakımın normal bir bakım olarak kabul edilemeyeceği, özel bir bakım ve destek sağladığı, böyle olunca eldeki davada davalının bu hizmetinin semen olarak değerlendirilmesi hukuka uygun düşeceğinden, yapılan temlikin ivazlı olduğunun da kabulü gerekmektedir.”
- “Somut olayda davalının uzun yıllar boyunca dedesine bakıp hizmet ettiği yönündeki savunmasını ispat eder nitelikte bir delil bulunmamaktadır. O hâlde, yerel mahkemece miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ile yasal düzenlemelere uygun olup, yerindedir.”
Yargıtay kararları ışığında dikkat edilmesi gereken en önemli hususun ispat olduğunu yeniden belirtmekte fayda vardır. Bu kararlar ışığında, tarafların taşınmazın devrine karşılık yalnızca para ödenmesinin gerekmediği, yapmış olduğu bakım ve desteğin de emek olarak önemli bir değer taşıdığı ve bunun ispatlanması gerektiği, ancak bu emeğin dahi görev sınırını aşacak biçimde olmasının beklendiğini söylemek mümkündür.
O halde söylemek mümkündür ki; davaya konu işlemin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması gerekmektedir. Ancak böylelikle, somut olayın özelliğine göre değerlendirme yapılabilecek ve olası hak kayıplarının önüne geçilebilecektir. Bu noktada son olarak belirtmek isteriz ki; dava açılmadan önce, gelenek ve göreneklerin, toplumsal eğilimlerin, olayların olağan akışının, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığının iyi analiz edilmesi, mevcut delillerin eksiksiz temin edilmesi ve incelenmesi oldukça önemlidir.
Av.Melek ATALAN & Stj. Av. Samet YÜKSEL