Milletlerarası Özel Hukuk ve Usûl Hukuku Hakkında Kanun’un 1’inci maddesi “Yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde uygulanacak hukuk, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların tanınması ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre Milletlerarası Özel Hukuk ve Usûl Hukuku Hakkında Kanun ancak yabancılık unsuru taşıyan işlem veya ilişkilere uygulanacaktır..” hükmüne amir olup yalnızca yabancılık unsurunun mevcut olduğu durumda MÖHUK uygulanacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda öncelikle yabancılık unsurunun ne olduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
Yabancılık unsuru MÖHUK 2nci maddesinde düzenlenmiş olup yabancılık unsuru iki gruba ayrılmıştır. Yer yönünden yabancılık şu şekilde tanımlanmıştır: “Tahkim anlaşmasının taraflarının yerleşim yeri veya olağan oturma yerinin ya da işyerlerinin ayrı devletlerde bulunması” veya “tarafların yerleşim yeri veya olağan oturma yerinin ya da işyerlerinin ya tahkim anlaşmasında belirtilen veya bu anlaşmaya dayanarak tespit edilen hâllerde tahkim yerinden veyahut asıl sözleşmeden doğan yükümlülüklerin önemli bir bölümünün ifa edileceği yerden veya uyuşmazlık konusunun en çok bağlantılı olduğu yerden başka bir devlette bulunması” halinde yabancılık unsuru mevcut kabul edilir”
Sermaye niteliği yönünden yabancılık ise, “tahkim anlaşmasının dayanağını oluşturan asıl sözleşmeye taraf olan şirket ortaklarından en az birinin yabancı sermayeyi teşvik mevzuatına göre yabancı sermaye getirmiş olması” veya “bu sözleşmenin uygulanabilmesi için yurt dışından sermaye sağlanması amacıyla kredi ve/veya güvence sözleşmeleri yapılmasının gerekli olması” yahut “tahkim anlaşmasının dayanağını oluşturan asıl sözleşme veya hukukî ilişkinin, bir ülkeden diğerine sermaye veya mal geçişini gerçekleştirmesi”şeklinde tanımlanmıştır.
Bu tanımlar kapsamında, yabancılık unsurunun söz konusu olması halinde Türk Mahkemelerinin yetkili olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Milletlerarası sözleşmelerin alanına girmeyen konularda Türk hukukunda mahkemelerin milletlerarası yetkisi 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Buna göre, “Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder.”
Bahsi geçen madde kapsamında genel yetki kurallarına atıf yapılmış olduğundan 6100 sayılı HMK’nın yetkiye dair hükümlerini uygulamak gerekmektedir. Buna göre, genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.
MÖHUK madde 40’ta ise genel yetki kurallarının yanı sıra özel yetki kurallarına da yer verilmiştir. 41nci maddede Türklerin, 42nci maddede yabancıların kişi hallerine ilişkin davalar, 43ncü maddede yabancılık unsuru taşıyan miras davaları, 44ncü maddede iş sözleşmesi ve iş ilişkisinden kaynaklanan davalar, 45nci maddede tüketici sözleşmesine ilişkin davalar ve 46’da sigorta sözleşmesinden kaynaklanan davalar için özel yetki kuralları düzenlenmiştir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, yabancılık unsuru içeren bir uyuşmazlığın Türk mahkemelerinde görülmesi için uyuşmazlık ile Türkiye arasında bir bağlantı kurabilmek gerekir. Aksi takdirde, Türkiye ile hiçbir bağlantısı bulunmayan bir konuda Türk mahkemesinin milletlerarası yetkisi doğmayacak ve dava Türkiye’de görülemeyecektir.
Özetle, yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlık yönünden Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi iç hukuk kurallarına göre tayin edilmektedir. Dolayısıyla yetkisizlik itirazı olur ise söz konusu itiraz da HMK kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır.
HMK madde 19/2’de, yetkinin kesin olmadığı davalarda, yetki itirazının, cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerektiği düzenlenmiştir. Yine 116/1’de kesin yetki kuralının bulunmadığı hallerde yetki itirazının ilk itiraz olduğu belirtilmiş, 117/1’de ise ilk itirazların hepsinin cevap dilekçesinde ileri sürülmek zorunda olduğu hükme bağlanmıştır.
Yetki bir ilk itiraz olduğundan, zamanında yetki itirazında bulunulmaması halinde davanın Türk Mahkemesinde görülerek bir sonuca bağlanmasında da herhangi bir engel bulunmamaktadır.
Ancak birden fazla ülke mahkemesi davaya bakmakta yetkili ise milletlerarası derdestlik terimi ile karşı karşıya kalmak mümkündür. Zira her devlet kendi mahkemelerinin milletlerarası yetkisini düzenlerken diğer devlet mahkemelerinin milletlerarası yetkisini ortadan kaldıramaz. Bu durumdan davaya bakmakta birden fazla ülkenin yetkisi söz konusu olabilir. Ancak, yabancı ülkede açılan bir davada Türk Mahkemelerinin milletlerarası yetkisine derdestlik itirazı ile engel olunabilmesi mümkündür. Bu kapsamda tarafların aynı olması, davaya esas teşkil eden maddi vakıaların aynı olması ve davada ileri sürülen taleplerin aynı olması durumunda derdestlik söz konusu olacağından derdestlik itirazının kabulü gerekecektir.
Türk Hukukunda MÖHUK 47 ve 41nci maddeler ile milletlerarası derdestlik dolaylı da olsa düzenlenmiş durumdadır. Bunların dışında kalan konularda, milletlerarası derdestlik açısından kanunumuzda bir düzenleme olmadığından, milletlerarası derdestliğin ileri sürülmesi de mümkün olmamaktadır. Bu durumun altında yatan sebep, ülke mahkemelerinin yargılama yetkisi, ülkenin egemenliğinin bir görünümü olması ve bir ülke mahkemesinin, başka bir ülke mahkemesi lehine yargılama yetkisinden feragat etmesinin, feragatte bulunan mahkeme ülkesinin egemenlik yetkisine aykırılık teşkil edecek olmasıdır. 47nci maddede yetki anlaşması hali ve 41nci maddede Türklerin kişi hallerine ilişkin davalar düzenlenmiştir. Yargıtay’ın istikrarlı kararları ile de bu maddeler dışında Türk hukukunda milletlerarası derdestliğin söz konusu olamayacağı, yabancı ülke mahkemesi kararının ancak tenfiz veya tanıma ile sonuç doğurabilecek, bekletici mesele veya derdestlik sebebiyle yabancı ülke mahkemesi kararının dikkate alınamayacağı belirtilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı E. 2000/19-1074, K. 2000/1126, T. 5.7.2000)
O halde, derdestlik itirazı yönünden yetki sözleşmesi bağlayıcı olduğundan Türk Mahkemelerinin yetkili olduğunun belirlenebilmesi amacıyla kısaca HMK’da düzenlenen yetki sözleşmesinin şartlarına yer vermekte fayda görmekteyiz. Buna göre, yetki sözleşmesi sadece tacirler veya kamu tüzel kişilerinin aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında yapılabilecek olup yazılı yapılması şartı mevcuttur. Ayrıca tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konular ile kesin yetki hallerinde yetki sözleşmesi mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmemiş olması da diğer bir şarttır. Örneğin, Türk hukukunda, Türkiye’de bulunan taşınmazların yapılamayacaktır. Bunun yanında, yetki sözleşmesinin geçerli olabilmesi için yazılı olarak yapılması, uyuşmazlığın kaynaklandığı hukuki ilişkinin belirli veya belirlenebilir olması ve yetkili kılınan mahkeme veya mahkemenin gösterilmesi şartları aranmaktadır.
Peki, yetki sözleşmesi ile yabancı mahkemelerinin yetkili kılınması da mümkün müdür? Türk mahkemelerinin yer itibariyle yetkisinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hallerde, tarafların aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan ihtilaflarının yabancı bir ülke mahkemesinde görülmesini kararlaştırmaları mümkündür (MÖHUK md. 47). Bu durumda Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olduğu durumları belirtmek gerekmektedir. Türk aynına ilişkin davalarda Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca, iş sözleşmelerinden, tüketici sözleşmelerinden ve sigorta sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda, işçi, tüketici, sigorta ettiren, sigortacı veya lehdar lehine Türk mahkemeleri münhasır yetkili kabul edilmiştir.
Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olmaması ilk şart olup diğer bir şart da taraflar arasında borç ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığın söz konusu olmasıdır. Son şart ise, borç ilişkisinin yabancılık unsuruna sahip olmasıdır.
Yetki unsurunun yazılı delil ile ispat edilmesi gerekmektedir. Yazılılık bir geçerlilik şartı değil, ispat şartıdır.
Yukarıda yer verdiğimiz üzere, her koşulda yetki itirazının süresi içerisinde ileri sürülmemesi halinde Türk Mahkemesi davayı yürütecek ve bir karara ulaşacaktır.
Bu durumda “yetki itirazı kaçırıldı, derdestlik itirazında da bulunulamadı, iki ayrı davanın sonucu ne olacak?” sorusu gündeme gelecektir. Burada iki durum söz konusu olabilir. Türkiye’de görülmekte olan davanın öncelikle sona ermesi halinde, yabancı mahkemeden alınan çelişik bir kararın Türkiye’de bir etkisi olamaz. Zira, Türk mahkemesi kararıyla çelişen bir yabancı mahkeme kararının Türkiye’de tanınması ya da tenfizi mümkün değildir. Yabancı mahkemede dava daha önce sonuçlanırsa, bu mahkemenin kararından fayda elde etmeyi uman tarafın, Türkiye’de görülmekte olan dava içerisinde, yabancı mahkeme kararının tanınmasını talep etmesi beklenir. İlgili yabancı karar tanıma şartlarını sağlıyorsa, Türk mahkemesinden de çelişik bir karar çıkması söz konusu olmaz.