Ocak 2025

ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARI ve EVLİLİKTE ORTAK HAYATIN KURULAMAMASI KONUSUNDA SÜRE DEĞİŞİKLİĞİ

Genel boşanma sebepleri arasında yer alan evlilik birliğinin temelden sarsılması nedeniyle boşanma, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166. maddesinde düzenlenmiştir.

Evlilik birliğinin sarsılması başlıklı 166 . madde; Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.

Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.

(Değişik dördüncü fıkra:14/11/2024-7532/13 md.) Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak bir yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.

Yazımızın esas konusunu oluşturan fiili ayrılığa dayalı boşanmaya ilişkin düzenleme yukarıda yer verildiği üzere, aynı maddenin 4. fıkrasında yer almaktadır. Bu maddenin amacı, fiilen sona ermiş olan evlilik birliğinin sona ermesine dair yasal sınırların çizilmesidir.

Ancak fiili ayrılığa dair kanunda öngörülen sürenin uzun oluşu öğreti ve uygulamada çeşitli eleştirilere konu olmuştur. Nihayetinde Ankara 18. Aile Mahkemesince, Türk Medeni Kanunu’nun 166. Maddesinin 4. fıkrasının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yoluna başvurulmuş, Anayasa Mahkemesi 2023/116 E. 2024/56 K. numaralı 22.02.2024 tarihli kararı ile süreye ilişkin düzenlemenin iptaline karar verilmiştir. (Yeni yasal düzenleme 19/04/2024 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanmasından 9 ay sonra yürürlüğe girmiştir)

İptal kararının gerekçesine dair; boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra üç yıl geçmesi gerekliliğiyle aile kurumunun ayakta tutulması hedeflenmiş ise de, boşanmanın önemli ölçüde güçleştirilmesi ve herhangi bir surette ortak hayata dönmek istemeyen tarafların makul olmayan süreler boyunca evli kalmaya zorlanmasının ailenin korunması ilkesiyle bağdaşmadığı belirtilmiştir.

Bu bağlamda, iptal edilerek değiştirilen kanun maddesine dair değerlendirmelere yer vermek gerekir ise;

Kanun maddesinin temelinde yer alan “ailenin korunması ilkesi” yer almakta olup, aile, toplumu oluşturan en küçük yapı taşı veya toplumun çekirdeği olarak ifade edilmektedir. Bu nedenle topluma düzen ve sağlam bir yapı kazandırmanın ilk koşulu aileyi korumak, güçlü olmasını sağlamak olarak kabul edilmekte, aile birliğinin Anayasa ile koruma altına alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Nitekim Anayasamızın Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları başlıklı 41. maddesine göre “Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.” hükmü mevcut olup, ailenin korunması için gerek toplumsal gerek ise devlet tarafından aile bağlarına ihtimam gösterilmesi gerekmektedir. Yine AYM kararında yer alan Anayasa maddesine dair Danışma Meclisinin kabul ettiği metnin gerekçesinde de; ailenin sosyal yapısının yanı sıra millet hayatında oynadığı rolün onun korunmasına yönelik bir hükmün Anayasa’da yer almasını zorunlu kıldığı, ailenin korunması fikrinin her şeyden önce 4721 sayılı Kanun anlamında evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak olduğu, nitekim medeni olmadan bir aileden bahsedilemeyeceği ve ailenin ahlaki bir çevre olduğu ifade edilmiştir.

Ailenin birliğine verilen bu önem, “aile hayatı” nın dikkatle ele alınmasını, bu kavramında içinde yer alacak veya yer almayacak durumların da özenle ayırt edilmesini gerekli kılmaktadır. Boşanma davasının reddi kararının kesinleşmesinden sonraki üç yıl boyunca ortak hayatın yeniden kurulamaması durumunda evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının kabul ediliyor olmasıyla da, Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen aile kurumunun ayakta tutulmasının hedeflendiğini söylemek mümkündür.

Ancak, korumaya ve varlığını güvence altına almaya bu derece önem verilen aile kurumunu korumak adına 3 yıl süre boyunca hukuken “eş olmak”, “nikahlı olmak” veya ”evlili olmak” sağlıklı ve güven içerisinde sürdürülemeyeceği anlaşılmış olunan evliliğin devam etmesi için yeterli olmamaktadır. Zira korunması amaçlanan “aile hayatı” içerisinde huzur, barış ve birlik duygusu olan bir işbirliğidir. Dolayısı ile AYM kararında da belirtildiği gibi, ‘ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde boşanma kararı verilmesine ilişkin şartların belirlenmesi kanun koyucunun takdirinde ise de orantılılık alt ilkesi gereğince kuralın boşanma kararı verilebilmesini önemli oranda güçleştirmemesi ve ortak hayata yeniden dönmek istemeyen ilgilileri makul olmayan süreler boyunca evlilik birliğini devam ettirmeye zorlamaması’ gerekmektedir.

Bu bağlamda içerisindeki bu temel değerleri yitirmiş bir yapının, 3 yıl gibi makul olmayan bir süre boyunca bağlı kalmak durumunda olması, AYM kararında da belirtildiği gibi ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklememeli, korunması amaçlanan aile yapısına ve devamında toplumsal huzura zarar vermemelidir.

Kaldı ki, boşanma davalarında yazılı yargılama usulünün uygulandığını göz önünde bulundurulduğunda da, açılmış boşanma davasının reddine karar verilmesiyle birlikte ret kararına karşı ilgililerin kanun yoluna başvurmaları mümkün olduğundan, kararın kesinleşmesinin kısa sayılmayacak bir süreyi alacağı ve bu sürenin de korunması amaçlanan aile kavramına zarar verebileceği tartışmasızdır.

Öte yandan yine AYM kararında belirtildiği üzere, evlilik birliğinin sona erdirilmesi özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla da doğrudan ilgili olup, bu hakka sınırlama getiren düzenlemelerin, yine Anayasa’nın 13. Maddesi gereğince Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekmektedir. Bu bağlamda da; aileyi korumak için, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesini 3 yıllık bekleme süresi şartına bağlayan kanun maddesinin makul olmadığı ve orantılı bir sonuç yaratmadığı, bu bağlamda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına da orantısız bir sınırlama getirdiği kanaatine varılmıştır.

Tüm bu inceleme ve değerlendirmeler ışığında verilen karara istinaden 14/11/2024 tarih itibariyle ‘’Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak bir yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.’’ hükmü yürürlüğe girmiştir. Bu bağlamda mevcut boşanma davalarında evlilik birliğini sona erdiren sebeplere ilişkin olarak mahkemece davanın reddine karar verilmiş ve söz konusu kararın kesinleşmiş olması durumunda, taraflardan biri 1 yıl boyunca ortak hayatın kurulamamış olduğunu ispat etmek suretiyle, TMK 166/4 maddesine dayanarak evlilik birliğinin sona erdirilmesini isteme hakkına sahip olmuştur.

Av.S. Melek ATALAN
Stj. Av. D. Yiğit YEŞİLYURT