Mart 2021

KİRALANAN ÜZERİNDEKİ “OLAĞAN” HASARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 301. Maddesi hükmü uyarınca, kiralayan kiralananı sözleşmede amaçlanan kullanıma elverişli halde teslim etmekle yükümlü tutulmuş ve bunun aksine bir düzenlemeye gidilemeyeceği belirtilmiştir. Devamı maddelerinde, kiralayanın hangi giderlere katlanması gerektiği, hangi giderlerin de kiracı tarafından karşılanması gerekeceği, ayıp olması durumunda tarafların yükümlülükleri yer almaktadır.

TBK 316. ve 317. Maddelerinde ise, kiracının, kiralananı tam bir özenle kullanması gerektiği, bu yükümlülüğe aykırı davranmasının sonuçları ve ayrıca kiracının olağan kullanım için gereken temizlik ve bakım giderlerinden sorumlu olduğu yer almaktadır. Devamı olan 334. maddede ise, kiracının, sözleşme sonunda kiralananı teslim aldığı hali ile kiraya verene teslim etmekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Burada öncelikle bilinmesi gereken husus, kiracının kiralananı kullanma hakkının sınırsız ve kurallardan bağımsız olmadığıdır. Kiracının kiralananı korumak ve özen göstermek yükümlülükleri olduğu unutulmamalı ve değerlendirmede dikkate alınmalıdır. Bunlar tarafların kira sözleşmesinden doğan borçlarıdır. Bu sebeple kiracı kira sözleşmesi sonunda, kiraladığı şeyi genel kanıya uygun olacak ortalama temizlikte ve gerekli bakımı da yapılmış şekilde teslim etmelidir. Temizliğin değerlendirme kriteri, kiralayanın talep ettiği temizlikte olması da değildir. Ortalama ve makul bir temizlik yeterli görülmektedir.

Maddede yer alan  “kiralananı teslim aldığı hali” ifadesi tarihsel olarak (aksi kararlaştırılmamış ise) kira akdinin başlangıç tarihindeki hali olarak kabul edilmektedir. Bu tarihte kiralananın iyi halde teslim edilmiş olması durumunda bu durumun sözleşmede açık şekilde tarif ve ifade edilmesi gereklidir. Aksi halde kiralananın iyi şekilde teslim edildiği tartışmalı hale gelecek ve iyi halde teslim edildiğini (kiralayan yönünden) ispat zorunluluğu doğacaktır. Kiralananın başlangıçta teslim edildiği gibi geri verilmediğini konusunda da ispat, kiralayana düşecek olup, ispat konusunda sorunlar yaşanmaması adına sözleşme başlangıcında kiralananın mevcut durumunun sözleşme içeriğinde belirtilmesi önemlidir.

Bunun dışında, kullanım sırasında kiracının gidermekle yükümlü olmadığı ayıpları, zaman kaybetmeksizin kiralayana bildirmek yükümlülüğü de vardır. Kiralanandaki ayıplar, önemli veya önemli olmayan ve mevcut ve sonradan ortaya çıkan ayıplar olarak ayrıma tutulmuştur. Kiralanandaki ayıplardan doğan sorumluluk ayrı bir yazıda inceleme konusu yapılacağı için bu yazımızda, ayıp hakkında detaylı değerlendirmeler yapılmamıştır.

Başlıkta da belirttiğimiz üzere, yazımızın konusu, kiralananın geri verilmesinde kiralananda meydana gelen hasarın belirlenmesi ve sorumluluk değerlendirmesi olduğundan bu konunun taraflar arasında anlaşmazlık çıkmasına sebebiyet vermesinin genel sebebi ele alınacaktır. Konuyu hasarın olağan kullanımdan dolayı ortaya çıkıp çıkmadığı, olağan kullanımın kapsamı, eskime veya hasarın muhtemel düzeyde kalıp kalmadığı noktalarında incelemek faydalı olacaktır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; Kiracının TBK 316. ve 334. maddelerinden doğacak sorumluluğu münhasıran kötü kullanım nedeniyle (hor kullanım) oluşan zarar ve hasarları kapsamaktadır.  Ancak değerlendirmenin tek kriteri mevcut ve gözle görülür bir zarar olması değildir. Kanunda, neyin zarar olarak kabul edileceğine yer verilmemiştir. Hasarın, kiralananda meydana gelmiş olması; kiralananın kullanılsın ya da kullanılmasın her yerinde (bölüm ve eşyalarında) mülkiyete dahil olan tüm kısımlarında meydana gelmiş olması demektir. Diğer bir ifade ile taşınmazın kısımlarından olan  depo, garaj da kiralanana ve hasar değerlendirmesine dahildir. Buradaki belirsizlik her olayda ve durumda ayrı değerlendirme yapmayı veya teknik görüş ve incelemeyi gerekli kılmaktadır. Böyle bir durumda, kiralananın boşaltılması ile birlikte mevcut durumun tespit edilmesi, hasar var ise belirlenmesi, hasarın giderilmesi veya sebep olacağı zararın hesaplanması amacıyla tespit davası açılması en objektif yöntem olacaktır. Ancak bunların tespiti yalnızca zararı ortaya koyacaktır.

Burada ikinci bir aşama olarak illiyet bağının varlığı önem taşımaktadır. İlliyet bağını kurmak için ispat şarttır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kiralananın teslim edildiğindeki halinin ispatı kiralayana, mevcut zararın kendisinden kaynaklanmadığını ve kusur olmadığını ispat sorumluluğu kiracıdadır. Haklılığını ispat edemeyen kiracı elbette zararı gidermekle yükümlüdür.

Ancak kiracının, kiralananı sözleşmeye uygun ve özenle kullanması, yukarıda belirttiğimiz şekilde zarar sayılabilecek şeyleri yapmaması durumunda dahi kullanmaya bağlı olarak eskime meydana gelmesi olağandır. Olağan kabul edilecek bu hasarlardan da kiracının sorumlu tutulması mümkün değildir. Bu nedenle meydana geldiği iddia olunan zararların, normal kullanımdan mı yoksa kötü kullanımdan mı ya da hiç kullanmamaktan mı meydana geldiğinin tespit edilmesi sorumluluğun yüklenebilmesi için esas ölçüttür. Zira kiralama ilişkisi kullanıma ya da zamana bağlı yıpranma ve değişiklikleri de kapsamaktadır ve bu ilişki gereği kira bedeline bu olağan eskime da dahildir.  Burada belirttiğimiz zaman kavramı değerlendirmenin en önemli kıstaslarından biridir. Bir konutun kiracı tarafından 10 yıldır kullanılmakta olması ile 2 yıl kullanılmış olması arasındaki yıpranma, eskime farkı olması normaldir ve incelemede sürenin dikkate alınması önemlidir.

Ayrıca kiralananda kalıcı değişiklikler meydana getirmek, mevzuata aykırı eklentiler yapmak veya kiralananın kullanımını olumsuz etkileyecek, değiştirecek veya tehlikeye sokacak ya da değerini düşürecek değişiklikler yapmak da zarar vermek kapsamında değerlendirilmektedir.

Ancak, kiralayanın haklarına müdahale sayılacak türde kalıcı değişiklikler olmamak kaydıyla, kiracı kullanım sırasında kendi zevkine ve kullanımına özgü değişiklikleri yapmakta özgürdür. Fakat, taraflar arasında akdedilen kira sözleşmesi içeriğinde bunun aksinin kararlaştırılması da mümkün olup, sözleşmenin “kiralananın içinde …. değişiklikleri yapılacaktır,  …. eklentisi yapılacaktır, kiracının yapacağı bu değişiklik ve ilaveleri eski haline getirmesi konusunda serbesti tanınmıştır, eski hale getirmesi istenmeyecektir.” şeklinde kararlaştırılması halinde, kiracıyı bu değişikliklerden sorumlu tutmak mümkün değildir.

Bununla birlikte, sözleşmeyle kararlaştırılmış olsa dahi kiralanan üzerinde meydana getirilen değişiklik bir hak ihlali yaratıyor ve yasal yükümlülüklere aykırılık taşıyor ise meydana gelen zarardan dolayı oluşan zararı giderme yani tazmin etme borcu doğacaktır. Örneğin; kiralananda meydana getirilen değişiklik kanuna aykırılık doğurmuş veya tehlikeli sonuçlar yaratmış ve yaptırım sonucu doğurmuş yani başka zararlara sebep olmuş ise geri verme borcunun (eski haline getirilmesi) haricinde, kiracıdan (TBK) haksız fiilden doğan zararın giderilmesi de talep edilebilecektir.

Kiracının TBK 334. Maddeden kaynaklanan kiralananı teslim aldığı şekilde geri verme borcu sözleşmenin sona ermesi itibari ile muaccel hale gelecektir. Dolayısı ile kiralayan, geri verme borcundan kaynaklanan, eski haline getirme ya da tazmin etme yönündeki taleplerini sözleşme devam ederken (kiracılık ilişkisi sürmekte iken) yöneltmemelidir. Ancak bahsi geçen taleplerini açmış olduğu bir dava sonucuna dayandırıyor olması istisnadır.

Son olarak, kiracının bu borcunu gereği gibi yerine getirip/getirmediği konusunda oluşacak uyuşmazlıklarda kiracının sorumluluğunun sınırları ve değerlendirmesini yargı kararları ışığında incelemek de faydalı olacaktır.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin bu konuda almış olduğu 15.01.2020 tarihli karar önemli değerlendirmeler içermektedir. Kararda;  “…taraflar arasında birden fazla kiralanana ait kira sözleşmesi bulunduğuna değinilerek ilk kira sözleşmesinin 01/01/1985 tarihli olduğu, en son ise 01/07/2009 tarihinde otoparka ilişkin kira sözleşmesinin imzalandığı, en eski kira sözleşmesinin yılı ile en son tarihli kira sözleşmesi yılının toplamının ikiye bölünmesi neticesinde tüm kira sözleşmelerinin ortalama başlangıç yıllarının 1997 yılı olarak kabul edildiği ve bu şekilde yapılan hesaplama sonucunda 14 yıllık yıpranma payının da % 17 oranında olacağı belirtilerek neticeye ulaşıldığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasında akdedilen 01/01/1985 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi ile hastane olarak kullanılmak üzere 3, 4, 5 ve 6 sayılı 4 bölüm blok halindeki binaların, 12/12/1993 başlangıç tarihli ve beş yıl süreli kira sözleşmesi ile 2 bodrum ve 5 normal katlı binanın, 15/01/1996 başlangıç tarihli ve 1 yıl süreli kira sözleşmesi ile 2. blokun bodrum katındaki 1, 2, 3, 4, 5 ve 10 numaralı odaların, 01/01/1996 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi ile 6. blokun 1. bodrum katının , 01/01/1996 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli diğer kira sözleşmesi ile 860 m² barakanın, 01/01/1997 başlangıç tarihli ve 12 ay süreli kira sözleşmesi ile 452 m² radyoterapi makine odalarının, 01/03/2000 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi ile kütüphane, konferans salonu ve kemoterapi merkezi alanının kiralandığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır… 

O halde mahkemece alınacak bilirkişi raporu ile hor kullanım nedeniyle oluşan zarar ve hasar belirlenirken her bir kira sözleşmesi ve kiralananın cinsi ve durumu ayrı ayrı değerlendirilerek yine her bir kiralananın kullanım süresi her bir kira sözleşmesine göre ayrı ayrı hesaplanarak kullanım süresi ile orantılı olarak yıpranma payının hesap edilip alacaktan düşülmesi gerekir…Mahkemece gerçek zararın belirtilen şekilde tespit edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken kira sözleşmelerinin yıl ortalamasının alınması suretiyle hatalı hesaplama yapılan bilirkişi raporuna dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir…”

İfadelerine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere hor kullanım yani olağan olmayan bir kullanım ve hasardan söz ederken, her bir kiralananın cinsi, kiralanma süresi ve kullanım amacı kendine özgü şekilde değerlendirilmelidir.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin  09.12.2019 tarihli kararında; “…Bu durumda, Mahkemece, uzman bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılarak hor kullanım ve olağan kullanım nedeniyle oluşan zarar ve hasar ayrımı yapıldıktan sonra kullanım süresi ile de orantılı olarak yıpranma payları da hesaplanarak alacaktan düşülmek suretiyle hor kullanma tazminatına hükmedilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir…”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin  30.05.2019 tarihli kararında; Sözleşmenin hususi şartlar bölümünün 1. maddesinde; “kiracı, kiralanan yerde ihtiyaçları veya kiralanan yerin güzelleşmesi için uygun göreceği her türlü değişikliği ve sabit olan ve olmayan tesisleri, masrafları kendisine ait olmak üzere yapmaya yetkilidir. Kiracı, kiralanan mecurun cephelerine ve içinde yaptıracağı her ne cins olursa olsun değişiklik ve tesisleri, dilediği takdirde kiralanan yerde binaya tehlike ve önemli hasar vermeyecek şekilde, kısmen veya tamamen söküp götürülebilecektir.” düzenlemesi bulunmakta olup, sözleşmenin 8.maddesi ise; “Kiralanan yer, 1.madde hükmü saklı kalmak kaydı ile kiracı banka tarafından kullanıldığı gibi iade edilecektir” düzenlemesi yer almıştır.

Bu itibarla mahkemece, … özellikle sözleşmenin 8.maddesi gereği “1.madde hükmü saklı kalmak kaydı ile kiracı banka tarafından kullanıldığı gibi iade edileceği”nin gözetilmesi, davalı tarafça meydana getirildiği iddia edilen hasarlardan hangilerinin hor kullanım, hangilerinin olağan kullanımdan kaynaklandığı ayrı ayrı tespit edilerek, hor kullanmadan kaynaklanan hasar bedelinden yıpranma payı da düşülmek suretiyle hor kullanma bedelinin tespit edilmesi ve sonucuna uygun hüküm tesisi yoluna gidilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…”

Yargı kararlarından da anlaşıldığı üzere, kiralananın hor kullanıldığı sonucuna ulaşmak için her vakıanın ayrı değerlendirilmesi gerekmekte olup, konunun detaylıca ele alınması, özgün değerlendirilmeler yapılması, doğru tespitlerde bulunulması hak kaybı yaşanmaması adına oldukça önem taşımaktadır.

 Av. MELEK ATALAN

 

WHATSAPP SÖZLEŞMESİNİN AVRUPA’YA ÖZEL UYGULANMASININ TEMELİNDE YATAN GÜÇLÜ ETKEN “YARGI”

Whatsapp sözleşmesi son günlerin en çok tartışılan konularının başında gelmektedir. Bunun sebebi ise, Whatsapp’ın sunduğu hizmetin, kullanıcılarından, hizmetin kullanıcılarının verilerini Facebook ile paylaşmasına ve e-ticareti kolaylaştırmasına olanak tanıyan yeni güncellenmiş şartlarını kabul etmelerini istemiş olması. Esasen Facebook’un Whatsapp’ı 2014 yılında satın alması ile birlikte veri paylaşımı konusunda değişiklikler yapması beklenir bir durumdu, çünkü Facebook’un Whatsapp ‘ı satın alması sıradan bir olay değildi. Nitekim 2016 yılından beridir de Whatsapp kullanıcılarının verileri Facebook ile paylaşılmaktaydı.

Facebook’un veri paylaşımı ve gizlilik konusunda güvenilmez olduğunu söylemek ve bu satın alım sonrasında değişimler beklemek çok normal. Facebook verileri kazanca dönüştürmek uğruna adı skandala karışmış olan bir uygulamadır. Facebook’un sarsılan itibarını geri kazanması hiç de kolay değildir. ( Cambridge Analytica skandalı: İngiliz siyasi danışmanlık firması olan Cambridge Analytica, 2014 yılında yaklaşık 50 milyon Facebook kullanıcısının kişisel olarak tanımlanabilir bilgilerini toplamış ve elde edilen veriler, bu kişileri işe alan politikacılar adına seçmenlerin fikrini etkilemek için kullanılmıştır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook-Cambridge_Analytica_veri_skandal%C4%B1) )

Gündemdeki sözleşme değişikliği ise, WhatsApp’ın işletme hesabı (WhatsApp Business) olan kullanıcılarının sürdürdüğü iletişimin depolanması ve paylaşılmasını içermektedir. Bunun yanında, 2016 yılında gizlilik ve veri paylaşımı kurallarıyla ilgili yapılan büyük güncellemede kullanıcılara bazı verilerin Facebook ile paylaşılmasını devre dışı bırakabilmeleri seçeneği verilmiş iken artık yeni sözleşmeyle bu seçenek uygulamadan kaldırılmıştır. Yani uygulamayı kullanmak için kullanıcının tek seçeneği sözleşmeyi kabul etmek haline getirilmiştir.

Peki Whatsapp hangi bilgilere erişiyor ve bu veriler neden bu kadar değerliler? WhatsApp ve Facebook mesajların içeriğini görüntülemiyor, yani mesaj içeriklerine erişemiyor. Bu durumda bilgilerimize de erişmiyor gibi görünebilir. Bu bilgi ilk başta rahatlatıcı bir etki yaratsa da, Whatsapp’ın mesaj içeriklerinden çok daha etkili verilere ulaştığını açıklamakta fayda vardır. WhatsApp’ın Facebook ile paylaştığı veriler arasında telefon numaranız, WhatsApp’ı ne kadar süre ve ne kadar sıklıkla kullandığınız, diğer kullanıcılarla nasıl bir etkileşim içinde olduğunuz, cihazınızla ilgili bilgiler, IP adresiniz, işletme sisteminiz, tarayıcı verisi, bataryanın sağlığı, uygulamanın versiyonu, mobil ağ, dil ve zaman dilimi ve (başlangıçta onayınızı almış ise) ödeme verileriniz ve konumunuz yer alıyor.

Aslında mesajlarınızın içeriğinden daha değerlisi bağlantı kurduğumuz kişiler, zamanlar, konumlar v.b. veriler. Bu nedenle de WhatsApp ve Facebook uygulamayı neden kullandığımızı değil, nasıl kullandığınızı anlamak ve öğrenmek istiyor.

Johns Hopkins Üniversitesi’nden kriptolog Matthew Green’in söylemi ile “WhatsApp mesajlarınızın içeriğine dair gizliliğinizi korumakta gayet iyi. Diğer her şeye dair gizliliğiniz ise ihlal ediliyor gibi gözüküyor” . Sanal güvenlik şirketi Cyjax’ın bilgi güvenliği görevlisi Ian Thornton-Trump’ın, “Metaveri de sizin verilerinizle ilgili bir veri. Verinin kendisi kadar güçlü olabilir” sözleri ve Siber güvenlik uzmanı Zak Doffman’ın “Eğer telefonunuzun numarası ya da cihazınızın kimliği sayesinde sizi çeşitli uygulamalarla eşleştirebilirsem, sizin metaverinizi de diğer bildiğim her şeye bağlayabilirim” cümlesi aslında ufak sandığımız verilerin ne kadar değerli olabildiğini anlatmaya yetiyor. (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55610827)

Hiç kuşkusuz, bahsi geçen tüm uygulamaların bedava oluşu, ürünün kullanıcı olduğu gerçeğini ortaya koymaya yetmekte, ancak kullanıcıların bu gerçeğe ve haklarına vakıf olarak kullanımlarını sürdürmeleri de oldukça önemli.

Gelelim Whatsapp’ın uygulamasının ve kullanıcılarından imzalamalarını istediği sözleşmenin Avrupa ve diğer ülkeler bağlamında farkına. Bu fark ilk olarak Whatsapp gizlilik ilkelerinde göze çarpmaktadır. Whatsapp’ın gizlilik ilkelerine dair açıklamasının başında aynen şu ifadeye yer verilmiştir: “…Avrupa Birliği’ndeki ülkeleri kapsayan “Avrupa Bölgesi” birinde yaşıyorsanız WhatsApp hizmetleriniz, aynı zamanda WhatsApp hizmetlerini kullandığınızda bilgilerinizin veri sorumlusu olan WhatsApp Ireland Limited tarafından sağlanır… Yukarıda belirtilen ülke veya bölgelerden birinde yaşamıyorsanız WhatsApp hizmetleriniz WhatsApp LLC tarafından sunulur…” (https://www.whatsapp.com/legal/privacy-policy)

Peki bunun anlam nedir?

WhatsApp uygulamasının kullanıcıları yönünden ikili bir ayrıma gidilmiştir.

  • Avrupa birliği bölgesi dışındaki kullanımlarda, kullanıcıların bilgilerinin Amerika Birleşik Devletleri’ne ve dünya çapında sahip olduğu veya kullandığı tesislerin, hizmet sağlayıcıların veya ortakların bulunduğu diğer ülkelere aktarılabileceği, işlenebileceği ifade edilmektedir. Bu durumda kullanıcılar yaşadıkları ülkeden bağımsız olarak ayrıca bilgilerin depolandığı veya işlendiği ülkenin yasa, mevzuat ve standartlarına da tabi olacak ve bu yasal farklılığı kabul etmiş olacaklardır.
  • Avrupa Birliğiülkelerinde ise hem sözleşmenin kabulü hem de verilerin depolanması ve aktarımı konularında ayrımcı farklılıklar göze çarpmaktadır. Avrupa  Birliği ülkelerindeki WhatsApp kullanıcıları bahsi geçen sözleşmeye rıza göstermeme ve uygulamayı kullanmaya devam etme hakkına sahiptirler. Uygulamanın topladığı veriler de yine Avrupa’da kalacak şekilde İrlanda’da tutulmaktadır.  Yani verilerin  Amerika’ya aktarımı ve sözleşmenin imzalanmasının zorunlu tutulması söz konusu değildir.

Avrupa Birliği ülkelerinde gerek tüketici gerek ise kişisel hakları savunan yasal düzenlemeler ve uygulayıcılar olması, Avrupa Birliği ülkeleri lehine ciddi bir ayrıcalık yaratmaktadır.

Hiç kuşkusuz ki Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) varlığı ile yargıya temel teşkil etmekte ve Kişisel Verilerin Korunması gerektiği bilincinin temellerini atmaktadır. Anccak gözden kaçırılmaması gereken çok güçlü bir etken daha vardır. Tüzüğün uygulamadaki karşılığını oluşturan yargı kararları. Tam da bu noktada AB Adalet Divanının  ( ABAD ) ,  16 Temmuz 2020’de yayınlanan Schrems II davası C-311/18 kararını gözden kaçırmamak gerekir.

ABAD bu kararı ile; “Gizlilik Kalkanı” kararını geçersiz kılmış ve AB dışındaki ülkelere veri aktarımında taraflar arasında akdedilmesi gereken ve taraflar arasındaki sorumluluk sınırlarını çizen ve benimsenmesi gereken maddelerin yer aldığı SCC (Standart Sözleşme Maddeleri) geçerliliğini tartışmıştır.

  • Öncelikle “Gizlilik Kalkanı” kararına değinmek gerekirse; (12 Temmuz 2016 tarihli ve 2016/1250 sayılı) Avrupa Komisyonu tarafından,  Avrupa Birliği ve ABD arasında gerçekleşen kişisel veri alışverişlerinde yeterli korumanın sağlandığı karara bağlanarak kabul edilmiştir. Gizlilik Kalkanı (Privacy Shield) adı verilen bu karar uyarınca, ABD’nin, Avrupa Birliği’nden ABD’de bulunan ve Gizlilik Kalkanı kapsamında olan organizasyonlara aktarılan kişisel veriler için uygun seviyede koruma sağladıkları kabul edilmişti. Burada amaçlanan, devam eden ve gelecekteki uluslararası transferlerin AB veri koruma yasasına ve GDPR uygulamalarına uygun olarak gerçekleştirilmesi idi. Ancak, AB Komisyonu, AB ülkelerinde mevcut yasal düzenlemeler ve GDPR uygulamaları ile garanti edilen ve korunan kişisel verilerin, ABD tarafından ABD’nin çıkar ve amaçları doğrultusunda erişilme ve işlenme riski altında olabileceği değerlendirmesi yapmış, böylece ABD’nin GDPR’ın gerekliliklerini göz ardı ettiği sonucuna varmış ve Gizlilik Kalkanı kararını geçersiz kılmıştır. Böylece Gizlilik Kalkanı Kararı (Privacy Shield) AB’den ABD’ye yapılan ve yapılacak kişisel veri aktarımları için dayanak olmaktan çıkmıştır. Böylelikle yasal mevzuat ve GDPR uygulamalarının yanında, bağlayıcı ve emsal teşkil eden bir yargı kararı da ortaya çıkmıştır. Karar açık ve net şekilde, kişisel bilgilerin veya verilerin Amerika Birleşik Devletleri’ne aktarılması sonrasında verilere yeterli seviyede koruma sağlanamayacağını ifade etmektedir.

 

  • SCC (Standart Sözleşme Maddeleri); Kişisel verilerin, AB’deki veri denetleyicilerinden Avrupa Ekonomik Alanı (EEA) dışındaki yargı bölgelerindeki veri işleyicilerine aktarılacak olması durumunda, Avrupa Komisyonu tarafından benimsenen standart sözleşme maddelerinin uygulanması gerektiğine ilişkindir. ( 2010/87 / AB ). Yani, Standart Sözleşme Maddeleri ile AB ülkelerinden, kişisel veriler için yeterli koruma sağlamadığı öngörülen ülkelere aktarılan kişisel veriler için, yeterli koruma sağlamak üzere Avrupa Komisyonu tarafından onaylanan ve uygulanması gereken bir çeşit önlem ve koruma mekanizması oluşturulmuştur. ABAD Kararı ile;   SCC (Standart Sözleşme Maddeleri) ortadan kaldırılmamış, ancak işlevinin daha güçlü hale getirilmesi amaçlanmıştır. Yani, Standart Sözleşme maddeleri uygun seviyede koruma sağlamanın yollarından biri olmakla beraber, veri aktaran veri sorumlusu veya veri işleyenin uygun korumayı temin etmek için gerekli olan ilave önlemleri de alması gerektiği belirtilerek, bu konuda rehberlik edecek bir karar verilmiştir.

Özetle, kişisel verilerin aktarımı ve işlenmesi konusunda ABD’nin, AB mevzuatı ve GDPR bağlamında  yeterli seviyede koruma sağlayamayacağına dair kanaat ve yargı kararı oluşmuştur. Bu kanaatin, verileri ABD’ye aktararak çalışmakta olan, kullanıcı sayısının (dolayısıyla da kişisel veri miktarının) milyonları aştığı Facebook ve Whatsapp yönünden de mevcut olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim , AB yönünden yargı kararı ile de ortaya konulmuş bu kanı ve bakış açısının Whatsapp ve Facebook gizlilik ilkelerine, sözleşme değişikliklerine ve uygulamalarına “Avrupa Birliği ülkeleri ve diğerleri” şeklinde yansıdığı ortadadır.

Sonuç olarak, AB mevzuatının, uygulayıcılarının, kurum ve yargı makamlarının istikrarlı, temele dayalı ve çelişkisiz tutumları, Whatsapp ve Facebook özelinde ciddi etki ve verilerin korumak yönünden olumlu sonuçlar yaratmıştır. Umuyoruz bu etki, (Avrupa ülkeleri dışındaki) diğer ülkelerin de dikkatini çekecek ve kişisel verilerin korunması için etkili ve istikrarlı kararlarla (daha fazla) karşılaşmak mümkün olacaktır.

Av. MELEK ATALAN

 

BELEDİYE TAŞINMAZLARININ KİRALANMASI VE TAHLİYESİ

Belediyenin mülkiyetinde bulunan, kullanım, yönetim hakkı Belediyeye tarafından belirlenen taşınmazlar, kamu hukukuna tabi olmaları dolayısıyla kamu malıdırlar.

Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 3. Maddesi;  Kamu geliri: Kanunlarına dayanılarak toplanan vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay veya benzeri gelirler, faiz, zam ve ceza gelirleri, taşınır ve taşınmazlardan elde edilen her türlü gelirler ile hizmet karşılığı elde edilen gelirler, borçlanma araçlarının primli satışı suretiyle elde edilen gelirler, sosyal güvenlik primi kesintileri, alınan bağış ve yardımlar ile diğer gelirleri olarak belirlenmiştir.

Bu bilgi, Belediyeye ait taşınmazların hukuki statüsü ve bu taşınmazların getirilerine yönelik önemli bir kriterdir.  Bu  taşınmazların, kiraya verilmesi durumunda gelirleri kamuya gelir kaydedilmektedir. Bu sebeple Belediye taşınmazlarının kiralanması ve elde edilecek gelirin, kamunun yararına olacak şekilde gözetlenmesi gereklidir.  Zira Belediyelere ait taşınmazların kiralanması her durumda kamunun yararına sonuç doğurmayabilmektedir.

Belediye taşınmazlarının kiralanmasına ilişkin mevzuata yer vermek gerekir ise;

  • 393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinde; “2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75 inci maddesi hükümleri belediye taşınmazları hakkında da uygulanı” denilmiştir.
  • 2886 sayılı Devlet İhale Kanunun 1.maddesi; Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelerin, özel idare ve belediyelerin alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ve taşıma işleri bu Kanunda yazılı hükümlere göre yürütülür” hükmü mevcut olup, Belediye kiralama ilişkisi 2886 Devlet İhale Kanununda belirlenmiştir. Bu sebeple Belediye taşınmazlarının 2886 Devlet İhale Kanununa uygun şekilde, ihale yapılmaksızın kiraya verilmesi mümkün değildir.
  • Bahsi geçen kanunun 64. Maddesi;  Kiraya verilecek taşınır ve taşınmaz malların kira süresi, on yıldan çok olamaz. Turistik tesis kurulacak yerlerin ve turistik tesislerin ve doğal gaz iletim, dağıtım ve depolama tesis ve şebekelerinin ihtiyacı olan arazilerin  ve enerji üretimi tesisleri ile iletim ve dağıtım tesis ve şebekelerinin ihtiyacı olan arazilerin on yıldan fazla süre ile kiraya verilmesi mümkündür. Üç yıldan fazla süre ile kiraya verme işlerinde, önceden Maliye Bakanlığından izin alınması şarttır. Katma bütçeli idarelerde bu izin, idarelerin bağlı bulundukları bakanlıktan alınır. Özel İdare ve belediyeler için kendi özel kanunları uygulanır. Üç yıldan fazla süre ile kiraya verme işlerinde, kira bedeli her yıl şartname ve sözleşmesindeki esaslara göre yeniden tespit edilir.

Belediye taşınmazlarının kiralanma süresine dair yukarıdaki maddenin belirleyici olduğuna dair tartışmalar olmakla birlikte, bu hususta verilen yargı kararları süreye açıklık getirmektedir.

Yargıtay’ın 14. Hukuk Dairesi’nin 2009 tarihli aşağıdaki kararı örnek verilebilir. “(…) Gerçekten, işlemlerin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1580 sayılı Belediye Kanunun 70/10. maddesinde ‘3 seneden fazla müddetle veya 10.000 liradan fazla bedeli senevi ile akdedilecek icar ve isticar mukaveleleri yapmak’ Belediye Meclisinin yapacağı işler arasında sayılmıştır. 2886 sayılı İhale Kanununun 64. maddesinde de belediye encümenince ayni hak tesisi ve kiraya verme süresi 10 yılla sınırlandırılmıştır. Görülüyor ki, açıklanan yasal düzenlemeler karşısında belediye encümeninin belediyeye ait taşınmaz üzerinde yapılacak tesislerin 100 milyon lira karşılığı 20 yıl süre ile davalının kullanımına terk edilmesi mümkün değildir. Kaldı ki, 1580 sayılı Belediye Kanununu yürürlükten kaldıran 13.7.2005 tarihli ve 25874 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanununun 18. maddesi Belediye Meclisinin görev ve yetkilerini açıkça düzenlemiştir. Anılan maddenin 18/e hükmü; ‘Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, tahsis şeklinin değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın kamu hizmetinde ihtiyaç duyulmaması hâlinde tahsisin kaldırılmasına; üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi otuz yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesisine karar vermek’ şeklindedir. Bu düzenleme ile belediyeye ait taşınmazların üç yılı aşan kiralanması ve üzerinde otuz yılı aşan ayni hak tesisi işlemlerinde belediye meclisinin yetkili kılındığı açıkça hüküm altına alınmıştır.”

Ancak, kira ilişkisinin sürdürülmesi amacıyla tahliyenin gerçekleştirilmemesi veya fesih bildiriminin yapılmamış olmasının sözleşmenin yenilendiği şeklinde yorumlanması halleri ile sıklıkla karşılaşılmaktadır.

Burada ortaya çıkan soru, ihale yolu ile ve en fazla 10 yıllık süreyle kiralama akdi kurulabileceğine dair hükme rağmen, sözleşme süresi biterken sözleşmeyi fesih bildirimi yapmamak veya tahliye gerçekleştirmemek suretiyle sözleşme süresinin uzatılması mümkün müdür?

Kira süresi sona eren belediyeye ait gayrimenkullerin 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine uygun olarak ihale yapılmaksızın yenilenmesi veya uzatılması hukuka aykırı sonuçlar doğuracaktır.

Şöyle ki; kiraya verilecek taşınır ve taşınmaz malların kira süresinin on yıldan fazla olamayacağına dair hüküm sözleşme süresinin de bu süre ile sınırlı ve kesin olduğu anlamına gelmektedir. Bu sebeple, ihalede belirlenen sözleşme süresinin çeşitli yollara başvurmak suretiyle (fesih bildirimi yapmamak, tahliye etmemek gibi) uzatılması mümkün değildir.  Diğer bir ifadeyle, ihale şartnamesinde kira süresi 7 yıl olarak öngörülen bir kira sözleşmesinde, 7 yılın sonunda kira ilişkisi sona erecek, yeniden ihale yapılmaksızın sözleşmenin (en fazla 10 yıl kiralama mümkün olacağı için) 3 yıl daha uzatılması mümkün değildir. Aynı şekilde 10 yıllık kira akdinin de uzatılması mümkün değildir.

Sözleşme süresinin bu şekilde belirlenmiş olmakla birlikte, sürenin bitiminde ise aynı taşınmaz malın kiraya verilebilmesi için yeniden 2886 sayılı Kanundaki usullerden biriyle ihaleye çıkılması gerekmekte olup, yeniden ihale düzenlenmeksizin meclis kararı ile dahi kiraya verilmesi mümkün değildir. Bu hükme aykırı şekilde encümen veya meclis kararlarıyla yapılan işlem mevcut dahi olsa, bu kiralama ilişkisinin kurulduğu anlamına gelmeyecektir.

Yargıtay 6. HD. vermiş olduğu 14.10.2015 tarihli bir kararında “…Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İl Özel İdareleri ve belediyeler 2886 Sayılı Yasa uyarınca kiraya verdikleri taşınmazlarını, kira süresi sonunda, işgal ne kadar süre devam ederse etsin kiralananın 6570 Sayılı Yasaya ya da Borçlar Kanununa tabi olup olmadığına bakılmaksızın her zaman gerek mahkemeden gerekse mülkiye amirinden tahliyesini isteyebilirler. Ecrimisil olarak alınması gereken paranın “kira parası” adı altında alınmış veya ödenmiş olması, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin yenilendiği anlamına gelmez. Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2886 Sayılı yasanın 75.maddesinden yararlanma tarihi olan 27.2.2008 tarihinden sonra kira sözleşmesinin 01.01.2009 tarihinde sona erdiğinin, sözleşmede kira süresinin uzatıldığına ilişkin bir hüküm de bulunmadığından kiracının bu tarihten itibaren 2886 Sayılı Yasanın 75.maddesi uyarınca haksız işgalci durumunda bulunduğunun kabulü gerekir. ..”denilmektedir.

Hükümden de anlaşıldığı üzere, 2886 sayılı yasa uyarınca kiraya verilmiş taşınmazların sürenin sonunda tahliye edilmemesi durumunda hukuken sözleşmeye dayalı olmayan bir yararlanma gerçekleştiriyor olduğundan “işgal” den söz edilecek, bu da ecrimisili gündeme getirecektir. Bu durumda taşınmazı haksız işgal eden için fuzuli şagil tanımı uygun olacaktır.  Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik’in 194 4. Maddesinde yer alan tanıma göre, “hazine taşınmazının, İdarenin izni dışında gerçek veya tüzel kişilerce işgal veya tasarruf edilmesi sebebiyle, İdarenin bir zarara uğrayıp uğramadığına veya işgalcinin kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın idarece talep edilen tazminatı” ifade etmektedir.

Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik’in İşgalin devamı başlıklı 88. Maddesinde;  Fuzuli şagilin işgal veya tasarruf ettiği taşınmazdan tahliyesinin herhangi bir nedenle sağlanamamış olması, aynı taşınmazdan ikinci ve müteakip defa ecrimisil istenmesine engel teşkil etmez. Ecrimisilin tahsil edilmesi, taşınmazdaki kullanımın devamı hakkını vermez.

Görüleceği üzere, ecrimisilin bir kez tahsil edilmesi, işgal sona ermemiş ise bir daha edilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Fuzuli şagilin tahliyesi gerçekleşmemiş ise, idarenin tekrar ecrimisil istemesi mümkündür. Bununla birlikte, yukarıda yer alan yönetmelik maddesi ve yargı kararında da belirtildiği üzere, idareye ait taşınmazı kira sözleşmesi sona eren eski kiracının tahliye etmemesi ve kira bedeli amaçlı idareye ödeme yapması bu durumu hukuka uygun hale getirmeyecektir. Ecrimisil idarenin uğradığı zararın tazmini olup, idare tarafından kiralama ilişkisinin sürdürülmesi maksatlı kira gibi sürekli ecrimisil tahsil edilmesi kamu mallarının işgalinin idare onayı ile sürdürülmesi anlamına gelecek olduğundan hukuka uygun olduğu düşünülemez.

O halde tahliye hususuna da değinmek gerekmektedir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; kiralanan gayrimenkullerin ilamsız icra yoluyla tahliyesi İİK.nun 269 ve devamı maddelerinde yer almakla birlikte, maddede yer aldığı üzere,  ilamsız icra takibi yapabilmesinin koşulu taraflar arasında mutlaka ve halen mevcut bir kira ilişkisinin bulunmasıdır. Ancak burada, sözleşmenin sona erdiği tarih itibariyle taraflar arasındaki kira ilişkisi sona ermekte ve kiracı da işgalci durumuna geçmektedir. Dolayısı ile artık kira sözleşmesi niteliğinde olmayan sözleşmelere dayanılarak ilamsız tahliye takibi yapılamayacaktır. Bu sebeple İİK.nun 269 ve devamı maddelerine göre kiralanan gayrimenkulün ilamsız icra yoluyla tahliyesi istenemeyecektir.

Tahliyenin nasıl gerçekleşeceğine ilişkin esas ve usuller; 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 74. maddesine dayanılarak çıkarılan “Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik” in “Tahliye” başlıklı 89. maddesinde düzenlenmiştir.

Bahsi geçen madde; (1) Kiraya verilen, irtifak hakkı kurulan veya kullanma izni verilen taşınmazlardan süresi dolduğu hâlde tahliye edilmeyen, sözleşmesi feshedilen veya herhangi bir sözleşmeye dayanmaksızın fuzuli olarak işgal edilen Hazine taşınmazlarının tahliyesi; hasat sezonu, iş ve hizmetlerin mevsimlik faaliyet dönemi de dikkate alınarak defterdarlık veya mal müdürlüğünün talebi üzerine, bulunduğu yer mülki amirince en geç on beş gün içinde sağlanarak, taşınmaz İdarece görevlendirilecek memurlara boş olarak teslim edilir. (2) Üzerinde sabit tesis bulunan taşınmazların tahliyesinden ve teslim alınmasından sonra, eski kiracısı veya fuzuli şagiline bu tesisler kendilerine ait ise yıktırılıp enkazının en geç otuz gün içinde götürülmesi, aksi hâlde masrafları kendisinden tahsil edilmek üzere yıkım ve enkaz götürme işinin İdarece yapılacağı tebliğ olunur. Verilen bu süre sonunda tesis yıktırılıp enkaz götürülmediği takdirde masrafları bilahare eski kiracı veya fuzuli şagilden alınmak üzere bu işlem İdarece yapılır…

Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmeliğin 68. maddesinde, kiraya verilecek taşınmazların kira süresinin on yıldan çok olamayacağı, 74. maddesinde, kira sözleşmesinin, sürenin bitimiyle sona ereceği, 89. maddesinde ise, kiraya verilen, irtifak hakkı kurulan veya kullanma izni verilen taşınmazlardan süresi dolduğu hâlde tahliye edilmeyen, sözleşmesi feshedilen veya herhangi bir sözleşmeye dayanmaksızın fuzuli olarak işgal edilen Hazine taşınmazlarının tahliyesinin defterdarlık veya mal müdürlüğünün talebi üzerine, bulunduğu yer mülki amirince en geç on beş gün içinde sağlanarak, taşınmaz İdarece görevlendirilecek memurlara boş olarak teslim edileceği hükmüne yer verilmiştir. Maddenin devamında yer alan 89/2. maddesinde ise; “Üzerinde sabit tesis bulunan taşınmazların tahliyesinden ve teslim alınmasından sonra, eski kiracısı veya fuzuli şagiline bu tesisler kendilerine ait ise yıktırılıp enkazının en geç otuz gün içinde götürülmesi, aksi hâlde masrafları kendisinden tahsil edilmek üzere yıkım ve enkaz götürme işinin İdarece yapılacağı tebliğ olunur. Verilen bu süre sonunda tesis yıktırılıp enkaz götürülmediği takdirde masrafları bilahare eski kiracı veya fuzuli şagilden alınmak üzere bu işlem İdarece yapılır.” hükmü mevcuttur.

Konuya dair Danıştay 17. Daire tarafından verilmiş olunan 18.02.2015 tarihli kararda; 2886 sayılı Kanun’ un 75. maddesinde işgal edilen taşınmaz malın, idarenin talebi üzerine, bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek, idareye teslim edileceği düzenlendiğinden, sözü edilen madde gereğince tahliye talebinin idare tarafından yapılması gerektiği, bu nedenle idarenin vekilleri tarafından yapılan tahliye talebinin Kanun gereği yerine getirilmesinin mümkün olmadığı…” ifade edilmiştir.

Yine Bölge İdare Mahkemesi İstanbul 9. İdari Dava Dairesi’nin 26.12.2017 tarihli kararında da; 2886 sayılı Devlet İhale Kanun’unun 74. maddesinde; ” …Olayda; hazineye ait taşınmazın davacı tarafından fuzulen işgal edildiği nedeniyle tahliyesi konusunda o yer mülki amirine bildirim yapılarak tahliye ile ilgili sürecin işletilmesi gerekirken doğrudan Emlak Müdürü tarafından tahliye konusunda tesis edilen işlemde yetki unsuru yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı…”  şeklinde hüküm tesis etmiştir. Burada yer alan tahliyenin; 2577 sayılı kanunun 75.maddesi uyarınca ancak mal sahibi idarenin talebi üzerine o yer mülki amiri tarafından bizzat yerine getirilmesi gerekmektedir, mal sahibi idarenin doğrudan tahliye yetkisi bulunmamaktadır.

Av.MELEK ATALAN