Kategori: İŞ HUKUKU

SOSYAL GÜVENLİK KURUMUNA BAŞVURU ŞARTININ TAMAMLANABİLİR DAVA ŞARTI OLARAK KABUL EDİLMESİ

               11.09.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ve 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu (mülga) 7. maddesi ile, Sosyal Güvenlik Mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda olmak üzere, dava açılmadan önce Kuruma başvuru zorunluluğu getirilmiştir.

Söz konusu yasal düzenleme gereği, dava açılmadan önce kuruma başvuru yapılması ve kurum tarafından 60 gün içinde talebin reddedilmesi veya cevap verilmemesi durumunda dava şartının yerine getirilmiş olacağı ve dava açılabileceği, Mahkeme tarafından da işi esasına girilerek yargılama yapılacağı anlaşılmaktadır. Ancak kuruma başvuru yapılmaksızın dava açılmış olması durumunda yargılamanın nasıl etkileneceği hususuna dair yakın zamana kadar görüş birliğine varılmamıştı.

Bu hususta Yargıtay ilgili dairesi tarafından verilmiş pek çok karar olmakla birlikte, kararlar arasında bakış açısı ve sonuç farklılıkları olması sebebiyle, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/10-2695 E. 2020/587K. Sayılı kararı ile konuya son noktayı koymuştur.

Kararda, öncelikle dava şartlarının hukuki değerlendirmesi yapılmış, kuruma başvurunun dava şartı olarak durumu değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeye usul ekonomisi yönünden de yaklaşılmış ve kuruma başvuru şartının yargılamada olumsuz etkisinin olmaması gerekliliği üzerinde durulmuştur. Böylelikle karar, tüm değerlendirme ve gerekçeleri ile gerek doktrin gerek ise uygulamadaki mevcut boşluğu doldurmuştur.

Kanaatimizce de, kanun koyucunun kuruma başvuru şartını koyma iradesi, olası dava iş yükünün azalmasını amaçlamakta ise de uyuşmazlığın çözüme kavuşabilmesini beklemek gerçekçi değildir. Örnek vermek gerekir ise, hizmet tespiti davası açacak olan çalışanın öncelikle kuruma başvurarak belirttiği tarih ve sürelerin, çalışma sürelerinin hesabına dahil edilmesini talep etmesi, başvuruya karşılık kurumun da çalışanın belirttiği süreleri doğru kabul ederek lehe işlem yapması (gerçeğe uygunluğu şüpheli sonuçlar doğuracağından) mümkün değildir.  Zira, çalışanın prime esas kazanç miktarına dair vermiş olduğu bilgi doğru kabul edilerek, kurum tarafından tek taraflı bir işlem tesis etmesi, geçerliliği ve doğruluğu tartışmalı sonuçlar doğuracaktır.  Bunun yanında kurum ile çalışanın uzlaşmasını yani aralarında anlaşmasını beklemek de hukuken kabul edilemez bir durumdur. Zira kurum ve çalışan arasında anlaşma sağlanabilmesi için işçinin bir takım haklarından tümden veya kısmen feragat etmesi/vazgeçmesi gerekecektir ki bu da, 5510 sayılı Kanun’un 92. Maddesine aykırılık teşkil edecektir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, sigortalı olmanın kişiler bakımından yalnızca bir hak değil, yükümlülük de olduğuna vurgu yapmıştır.

Sonuç olarak, kurumun tek taraflı biçimde, çalışanın beyanının esas alarak sigortalılık süresini kabul etmesi ya da çalışanın kurum ile anlaşmak adına sigortalılık süresinden feragat etmesi olası değildir. Buradaki durum, tam yargı davalarındaki ön başvuru koşulu ya da arabuluculuk dava şartından farklıdır. O halde dava açıldıktan sonra da kuruma başvuru yapılması ile öncesinde başvurulması arasında sonuç itibariyle hiçbir fark yoktur. Bu durumda, (yargılama sırasında noksan olan dava şartı giderilebilecek nitelikte iken) dava açılmadan önce başvuru yapılmasının katı bir şart olarak kabul edilmesi hiçbir mantıkla bağdaşmayacak ve dava açma hakkına da engel teşkil edecektir.

Ayrıca, başvuru şartının yerine getirilmiş olmasının pratikte dava sayısını azaltmayacağını da söylemek mümkündür. Zira kuruma başvuru şartı yerine getirilmeksizin açılmış olunan bir davada, dava şartının tamamlanamayacağı gerekçesi ile davanın usulden reddi halinde, şart yerine getirilerek yeniden dava açılacaktır. Bu da dava sayılarının artmasına sebebiyet verecektir. Böylelikle kuruma başvuru şartının amacı, dava iş yükünü azaltması iken, bu şartın dava aşamasında tamamlanamayacağına hükmedilmesi bu amaçla çelişmiş olacaktır.

Nitekim, “…Usul ekonomisi, ihlal edilen hukuk düzeninin en az giderle en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir…” (Hanağası, E., Davada Menfaat, Ankara 2009,s.32)

Özetle, kuruma başvurulmadan dava açılmış olması gerekçesi ile usulden reddedilen davalar, yeni davaların açılmasına sebebiyet verecek olup, bu durum zaman ve masraf açısından tasarruf edilmesine engel olacaktır.

Sonuç olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/10-2695 E. 2020/587K. Sayılı kararı, pek çok hak arama ihlalinin önüne geçmiş, usul ekonomisine aykırılık teşkil eden ve dava sayılarını da arttıran pek çok karar bakımından yol gösterici olmuştur.

İŞE İADE DAVASINDA TAZMİNAT HESABI

İşe iade davası;  iş sözleşmesi feshedilen işçi tarafından, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiasıyla ve işe iade talebiyle işverene karşı açılan bir davadır.

İşe iade davası kapsamında işçi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları” başlıklı 21. Maddesinde öngörülen tazminatları da talep edebilir.  Mahkemece feshin geçersizliğine ilişkin verilen hüküm ile işçi, tazminatlara hak kazanmış olur. İşbu makalede işe iade talebinin fer’ileri olan tazminatlar ve diğer hesap kalemleri hakkında detaylı bilgi verilmesi amaçlanmıştır.

1.Boşta geçen süre tazminatı yönünden:

İş Kanunu’nun 21.maddesinde “Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.”  hükmüyle düzenlenen boşta geçen süre tazminatına feshin geçersizliği ile birlikte doğrudan hükmedilir.

Boşta geçen süre tazminatı, işçiye ödenen aylık ücretine yan ücretlerinde (yemek, yol, ikramiye vb) eklenmesi ile giydirilmiş brüt ücret üzerinden hesaplanır. Fesih tarihini izleyen 4 ay boyunca, işçi sanki işyerinde çalışıyormuş gibi ücret, yol, yemek gibi ödemelerin kendisine yapılması gerekmektedir.

Boşta geçen süre tazminatı hesabında önemli bir diğer husus ise; 1/1/2018 tarihinden itibaren yürürlüğe giren İş Mahkemeleri Kanununun 12. Maddesi ile,  tazminatın dava tarihindeki ücreti esas alınarak belirleneceği hükme bağlanmıştır.

Boşta geçen süre sigorta primleri bakımından da önem arz etmektedir. Zira Yargıtay kararlarına göre boşta geçen 4 aylık süre işçinin kıdeminden sayıldığı için, söz konusu süre geçmişe dönük olarak SGK’ya bildirilmeli ve gerekli prim ödemeleri yapılmalıdır.

  1. İşe başlatmama tazminatı yönünden:

İş Kanunu 21.maddesinde İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur. Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.” hükmüyle düzenlenen işe başlatmama tazminatına karar verilebilmesi için; işçinin kesinleşen mahkeme kararının kendisine tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunma zorunluluğu bulunmaktadır.

İşe başlatmama tazminatının hesaplanmasına ilişkin kanuni bir düzenleme bulunmamakta olup Yargıtay kararlarıyla bu hususa açıklık getirilmiştir.  ( Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2019/2672 E. , 2019/6911 K.)

İşe başlatmama tazminatı hesabında işçinin kıdemi esas alınmakta ve tazminat tutarı;

  • 6 ay ile 5 yıl arasında kıdemi olan işçi için 4 aylık,
  • 5 yıl ile 15 yıl arasında kıdemi olan işçi için 5 aylık,
  • 15 yıldan fazla kıdemi olan işçi için 6 aylık ücreti tutarında belirlenmekte,
  • fesih sebebine göre bu miktarlar da azami sınır 8 aya kadar da çıkmaktadır.

İşe başlatmama tazminatı hesabında önemli bir diğer husus ise;

1/1/2018 tarihinden itibaren yürürlüğe giren İş Mahkemeleri Kanununun 12. Maddesi ile,  işe başlatmama tazminatının dava tarihindeki ücreti esas alınarak belirleneceği hükme bağlanmıştır.

Boşta geçen süre tazminatının aksine işe başlatmama tazminatı, brüt ücret üzerinden hesaplanır. Yalnızca damga vergisine tabi olup gelir vergisinden ve SGK kesintisinden muaftır.

  1. Kıdem tazminatı yönünden:

Boşta geçen 4 aylık süre, kıdem tazminatı yönünden de önem arz etmektedir. Kıdem tazminatı hesabına boşta geçen 4 aylık sürenin de  eklenmesiyle toplam kıdem tazminatı hesabında değişiklik meydana gelebilir. Ayrıca bu 4 aylık süre içerisinde işçinin emsal ücretinde (çalıştığı yerde aynı işi yapan diğer çalışanların ücreti esas alınır) artış meydana gelmişse kıdem tazminatı hesabına esas olarak bu ücret alınması gerektiğinden kıdem tazminatı toplam hesabında yine değişiklik meydana gelebilir.

Örnek ile açıklamak gerekir ise, işyerinde 3.000-TL brüt ücret ile 3 yıl 9 ay çalışmış bir işçiyi ele alalım. İş akdi feshi akabinde işçiye 11.260-TL brüt kıdem tazminatı ödenmiştir. İşçi açmış olduğu işe iade davasını kazandıktan sonra kıdem süresine 4 ay daha eklenmekte olduğundan işçi 4 yıl 1 ay kadar çalışmış olacaktır. Bu kapsamda işçinin kıdem tazminatı brüt 12.271-TL olacaktır. İşe iade davası kazanıldıktan sonra bu arada farkın da işçiye ödenmesi gerekir.

4 aylık süre içerisinde işyerinde çalışan diğer işçilerin ücretlerinde artış olduysa (emsal ücret) örneğin işçilere zam yapılarak davacı işçi çalışsaydı kendisi de zam alacak olduğundan bu emsal ücret artışının da yansıtılması gerekir. Yani, emsal ücret brüt 3.500-TL olduğunu varsayalım. Bu kapsamda işçinin kıdeme esas ücreti 3.500-TL olacak ve 4 yıl 1 ay üzerinden kıdem tazminatı hesaplaması yapılması gerekecektir.

  1. Yıllık izin ücreti yönünden:

Boşta geçen 4 aylık sürenin, toplam çalışma süresine eklenmesi ile işçinin kıdem süresinde tam 1 yıllık çalışma süresi aşılıyor ise; işçi ayrıca yıllık izne de hak kazanmış olabilir.  Örneğin ; yukarıda verdiğimiz örnekten devam edelim, iş sözleşmesinin 3 yıl 9 aylık çalışmadan sonra feshedildiği bir durumda, bu çalışma süresine, fesih tarihinden itibaren boşta geçen ve işçi halen çalışıyormuş gibi hüküm doğuran 4 aylık sürenin de eklenmesiyle 4 yıl 1 aylık çalışma süresine ulaşıldığından işçi, 4. Tam yılının bitiminde hak kazandığı 14 günlük yıllık izin ücretine da hak kazanmış olacaktır.

Bu kapsamda işçinin kıdem süresine göre İş Kanununda belirlenmiş olan 14 gün veya 20 günlük yıllık izin ücretinin de ayrıca hesaplanarak işçiye ödenmesi gerekmektedir. Yıllık izin süreleri Toplu İş Sözleşmesi ve İş sözleşmeleri ile farklı belirlenmiş de olabilir. Bu durumda, sözleşmede belirlenen sürelerin dikkate alınması gerekir.

  1. 5. İhbar tazminatı yönünden:

İş sözleşmelerinin feshinden önce ihbar sürelerine uyulması gerekliliği İş Kanunu 17. Maddesinde düzenlenmiştir. Kanun maddesinde ihbar sürelerinin işçinin toplam çalışma sürelerine göre farklılık gösterdiği görülmektedir. İhbar sürelerinin sözleşme ile değiştirilebileceği ve sürelere uymaksızın yapılan fesih sonucunda işverenin tazminat ödeme zorunluluğu olduğu da kanun maddesinde belirtilmiştir.

Bunun yanında işçinin toplam çalışma süresine, boşta geçen 4 aylık sürenin eklenmesiyle, esas alınacak ihbar süresi aralığının da değiştiği durumlarda ihbar tazminatının da yeniden hesaplanması gerekmektedir.

  1. Faiz yönünden:

İşe başlatmama tazminatına yönelik faizin, işçinin işe başlatılmadığı günden itibaren işletilmesi gerektiği Yargıtay kararlarıyla sabittir. Dava tarihinden itibaren faiz işlemesi gibi bir durum söz konusu olmamaktadır.

Yargıtay  faiz başlangıcıyla ilgili olarak İşe başlatmama tazminatının da fesih tarihindeki ücrete göre hesaplanması gerekir. İşçinin işe başlatılmadığı tarih, işe başlatmama tazminatının muaccel olduğu andır. Bahsi geçen tazminat yönünden faize hak kazanmak için kural olarak işverenin temerrüde düşürülmesi gerekir. İşverenin dava tarihinden önce temerrüde düşürülmemiş olması halinde dava ve varsa ıslah tarihlerinden itibaren faize hükmedilir. İşe iade kararına rağmen işçinin işe alınmaması nedeniyle işe başlatmama tazminatının ödenmesi söz konusu ise, işverenin ayrıca temerrüde düşürülmesi gerekmez. Bu durumda işe başlatmama anından itibaren faiz hakkı doğar.” şeklinde hüküm kurmuştur. ( Yargıtay 9.Hukuk Dairesi 2015/25930 E. , 2018/22446 K.)

Yukarıda bahsedilen alacaklar bakımından hangi faiz türünün uygulanacağı ise Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2016/10791 E. , 2019/22179 K. sayılı kararında ayrıntılı olarak açıklanmış; 2007/38730  Esas ve 2009/7345 Karar sayılı kararında ise özetle; İşe iade davası ile tespit edilen en çok 4 aya kadar boşta geçen süreye ait ücret ve diğer haklar için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanmalıdır. Ancak işe başlatmama tazminatı niteliği itibarıyla tazminat olmakla uygulanması gereken faiz, yasal faiz olmalıdır.” şeklinde hüküm kurulmuştur.

Bu kapsamda boşta geçen süre tazminatına temerrüt tarihinden itibaren veya dava tarihi ve ıslah tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulanacak olup işe başlatmama tazminatı için ise işe başlatılmadığı günden itibaren yasal faiz uygulanacaktır.

7.Vergi ve SGK primleri yönünden:

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 25. Maddesinde gelir vergisinden müstesna olan tazminat ve yardımlar sayılmıştır. Kanunda 16.06.2009 tarih ve 5904 sayılı Kanunla(RG.03.07.2009/27277) yapılan değişiklik ile birlikte işe başlatmama tazminatının da gelir vergisinden müstesna olduğu hususu, ilgili madde kapsamında belirtilmiştir.

272 seri no.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği’nde ise işe başlatmama tazminatlarının vergilendirilmesindeki istisna uygulamasına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Buna göre; işe başlatmama tazminatları, damga vergisi hariç gelir vergisinden istisna edilmiştir. İstisna kapsamındaki tutar, iş sözleşmesi feshinin geçersizliğine karar veren mahkeme kararında belirlediği işçinin işe başlatılmaması nedeniyle ödenecek tazminat miktarı ile sınırlıdır.

SGK primlerine ilişkin düzenlemeler ise Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Sigorta İşleri Genel Müdürlüğü Sigorta Primleri Daire Başkanlığı tarafından yayımlanan 04.03.2005 tarih ve 154443 sayılı 16-330 EK Genelge ve 27.04.2006 tarih ve 329546 sayılı 16/370 EK Genelge ile  5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na istinaden 01.09.2012 tarihinde yayınlanan İşveren Uygulama Tebliğinin 7.3 bölümünde yer almaktadır. Bahsi geçen düzenlemelere göre; ihbar tazminatı  ile kıdem tazminatının prime tabi tutulmaması nedeniyle, işçiye işe başlatılması halinde ödenecek en çok dört aya kadar olan ücret ve diğer haklarının mahsup edilmemiş haliyle prime tabi tutulması ve bu sürelerin prim ödeme gün sayısından sayılması gerekmektedir.

Bunun yanında boşta geçen süre tazminatı, işçinin sanki çalışıyormuş gibi hak ettiği bir ödeme olduğu için buna ilişkin ücretin SGK’ya bildirimi yapılmakta ve bu ücret prime tabi olmaktadır.

İşe başlatmama tazminatı hukuki niteliği itibariyle bir tazminat olduğu için SGK’ya buna ilişkin ayrıca sigorta primi ödenmesi gerekmemektedir.

Sonuç olarak; işe iade davalarında talep edilecek hususların özenle hesaplanması, işçinin menfaatlerinin olası hak kayıplarına karşı korunması bakımından önem arz etmekte olup bir konusunda uzman avukattan danışmanlık alınması tavsiye olunur.

 

Av. Gamze ATALAN AYHAN

Stj. Av. Nur ÜNALDI

İŞ HUKUKUNDA MÜCBİR SEBEP: COVİD-19

Dünya Sağlık Örgütü’nün “yüksek risk” grubuna almış olduğu Koronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle birçok önlem alınmış, Kanunlarda değşikliklere gidilmiştir. Peki İş hukuku açısından durum nedir? Bu yazı ile, İş Hukuku açısından işçi-işveren ilişkisinin nasıl etkilendiği, hangi tür önlemlerin alınması gerektiği ve uygulanabilecek hükümler ele alınacaktır.

  • İşveren yıllık izin hakkı olan işçiyi ücretli yıllık izne gönderebilir.

Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliğinin 10ncu maddesinde düzenlenen toplu izin maddesi ile, işverenin yönetim hakkı kapsamında kalan ücretli izin uygulamasına gidilebilir. Bu süreçte işçinin yıllık izin hakkı varsa işveren tarafından yıllık izinlerin kullanılmasına karar verilebilir. Yıllık izin hakkı olmayan çalışanlar yönünden avans yıllık izin hakkı verilebilir. Ancak bu avans verilecek olan yıllık izin, işçinin bir sonraki sene hak kazanacağı yıllık izin günlerinin tamamını kapsayamaz. Örneğin, işçi bir sonraki sene 14 günlük yıllık izne hak kazanacak ise bu 14 günün tamamı avans olarak işçiye verilemez. Ne kadarının kullandırılabileceğine dair henüz Yargıtay veya İstinaf Mahkemesi kararları bulunmamaktadır. Bu süreç içerisinde verilecek kararlar emsal olup konu netlik kazanacaktır.

İşçinin ücretli yıllık izne gitmesi durumunda işveren aynı şekilde ücretini ödeyecek, SGK’sını yatıracak, işçinin tüm özlük hakları devam edecektir. Bu nedenle ücretli izin kullanımı işçinin ücretsiz izin, zorlayıcı sebep, sözleşmenin askıya alınması gibi durumlar göz önüne alındığında en lehine olan durumdur. Bu nedenle Yargı kararlarında işçinin ücretsiz izne gönderilmesi en makul olan durum olarak yer almaktadır.

  • İşveren işçiye ücretsiz izin teklifinde bulunabilir.

İşçinin kullanabileceği yıllık izin hakkı yok ise, bu durumda işveren ücretsiz izin teklifinde bulunabilir. Ancak bu durumda işçinin yazılı onayının alınması zorunludur. Eğer işçi ücretsiz izin teklifini kabul etmez ise bu durumda ücretsiz izin kullanılabilmesi mümkün olmaz.

Ancak salgın hastalık sebebiyle işyeri kapandıysa, işçinin bulunduğu departmanın çalışabilmesi mümkün değil ise bu durumda işveren işçinin iş akdini İş Kanunu m.25/3 kapsamında zorlayıcı sebep ile feshedebilir.

İşverenin işçiyi ücretsiz izne zorlaması, haksız fesih sonucu doğurur.

İşçinin ücretsiz izni onaylamadığı durumlarda işveren;

  • ücretli izin
  • telafi çalışması
  • evden çalışma ve diğer esnek çalışma seçeneklerinden kendisi için en uygun olanı da uygulamaya koyabilir.
  • İşçi de aynı şekilde ücretsiz izin teklifini işverene iletebilir.

İşçinin çalışmasında sakınca olduğunu düşündüğü hallerde (kronik hastalık, çalıştığı ortam, gidiş-geliş toplu taşıma kullanmak durumunda olması, evde hasta bireylerin bulunması gibi sebepler ile) işçi de işverene ücretsiz izin kullanma teklifini iletebilir. İşverenin kabul etmesi durumunda işçi ücretsiz izne çıkar.

İşçinin ücretsiz izin teklifini kabul etmesi veya ücretsiz izin teklifinde bulunması halinde ücretsiz izin yönünden herhangi bir süre sınırlaması bulunmamaktadır.

Ücretsiz izin kullanılması durumunda işçiye ücreti ödenmez, bu sürede sözleşme askıya alınmıştır. Bu sebeple sigorta primleri de eksik gün bildirim formu ile ödenir.

Ücretsiz izin durumunda ücretsiz izinde olunduğu süre kıdeme eklenmez. Aynı şekilde yıllık izin hesaplaması yapılırken ücretsiz izinde geçirilen süre yıllık izin kıdem hesabında da dikkate alınmaz.

  • Çalışma süresi veya çalışma kapsamı azaldığı için işçinin ücretinde azalma ancak işçinin onayı ile yapılabilir.

Ücrette azaltım yapılması esaslı değişiklik teşkil edeceğinden bu konuda işçinin mutlaka yazılı onayına gerek vardır. İşçi 6 gün içerisinde ücret düşüklüğü teklifini kabul etmez ise kabul edilmemiş sayılacaktır ve işçinin maaşında azaltım yoluna gidilemeyecektir.

İşveren kısa çalışma ödeneğine başvurduysa işçinin ücretinde azaltmayı da kabul etmemesi halinde işveren son çare ilkesine uygun şekilde geçerli nedenle fesih yapabilir. Ancak kısa çalışma ödeneğine başvuru yapılmadıysa son çare ilkesine uygun olmayacağından geçerli fesih yapılabilmesi mümkün değildir. 3 aylık süre içerisinde kısa çalışma ödeneğine başvurunun kabul edilmemesi halinde de işveren yine aynı şekilde geçerli nedenle fesih yoluna başvurabilir.

Geçerli nedenle feshin sonucu olarak, işçinin iş güvencesi hükümlerinden faydalanabilmesi mümkün olmamakla işçiye kıdem-ihbar tazminatlarının ödenmesi gerekir. Zira yapılan fesih haklı nedene değil geçerli nedene dayanmaktadır.

  • Salgın hastalığa yakalanan bir kişinin bunu iş kazası olarak nitelendirebilmesi için iş yerinde kapmış olduğunu kanıtlaması gerekir.

Günümüz teknolojisinde bu virüsün kimden kapıldığı belirlenebilmektedir. Bu kapsamda işçi, iş yerinde kaptığı iddiasında ise bunu somut şekilde ispatlayabiliyorsa bu hastalığa yakalanması iş kazası olarak nitelendirilebilecektir. Aksi takdirde dışarıdan herhangi bir şekilde kapılmış olması halinde illiyet bağı kesileceğinden işverenin sorumluluğuna gidilebilmesi mümkün olmaz.

  • İşçinin virüs sebebiyle karantina altında olması durumunda işçinin ücreti kendisine eksiksiz şekilde ödenecektir.

Bir işçinin virüse yakalanmış olması sebebiyle karantina altında tutulduğu zorunlu durumlarda veya işçinin bulunduğu yer nedeniyle (şehir değiştirme yasağı sebebiyle) işyerine gelebilmesinin mümkün olmadığı hallerde işveren işçi çalışıyormuş gibi ücretini eksiksiz şekilde ödeyecektir.

  • İşveren bu süreçte evden çalışma sistemine geçebilir.

Uzaktan çalışma, İş Kanunu’nun “Çağrı Üzerine Çalışma ve Uzaktan Çalışma” başlıklı 14. maddesinde düzenlenmektedir. İşveren şartları oluştuğunda uzaktan çalışma yapabilir, yaptırabilir. Uzaktan/evden çalışma konusunda çalışandan yazılı muvafakatname almak ve/veya ek sözleşme yapmak uygun ve yerinde olacaktır. Evden/uzaktan çalışma, çalışan tarafından kabul edilmez ise ücretli -ücretsiz izin uygulaması yada şartları oluşuyorsa telafi çalışması yapılması da mümkündür.

Evden çalışmaya ilişkin ayrı bir sözleşme yapılacağı için bu sözleşmede ücret kesintisi yapılacağı da kabul edilmiş ise bu durumda işçinin ücretinden kesinti yapılabilecektir. Ancak bu hal dışında, evden çalışma halinde de çalışma yapılacağı için ücretten kesinti yapılabilmesi mümkün olmayacaktır.

  • Evden çalışma sistemine geçilmesi halinde işçinin yemek ücreti aynı şekilde ödenecek olmasına rağmen yol ücreti ödenmeyecektir.

Evden çalışma sisteminde, işçinin mesaiye devam etmesi nedeniyle yemek ücretinin aynı şekilde ödenmeye devam edilmesi gerekir. Yemek, ayni olarak sağlanıyor ise bu durumda talep halinde yemek ücreti nakdi şekilde işçilere ödenebilecektir.

Ancak evden çalışma halinde işçinin işe gidip gelme durumu söz konusu olmayacağından yol ücreti ödenmesine gerek bulunmamaktadır. İşveren ödemek isterse ödeyebilir, bu konu hakkında bir zorunluluk bulunmamaktadır.

  • Turizm gibi mevsimlik işçi durumlarında Nisan ayında başlayacak olan özellikle otelcilik sektöründe zorlayıcı sebep kapsamında 1 Nisan tarihi itibariyle ilk haftalık ücretin yarısının işçiye ödenmesi gerekir geri kalan süre yönünden işçilere bildirim yapılarak bu süreçte sözleşmenin askıda mı kalacağı yoksa fesih mi yapılacağına karar verilip işçiye yazılı bildirim yapılmalıdır.

 

  • Bu süreçte işveren part-time çalışma sistemine geçebilir.

İşlerin azalması, nakit akışlarının azalması gibi sebepler ile işveren part-time çalışma sistemine geçebilir. Bu durumda işçilerin onayının alınmasına gerek yoktur. İşverenin yönetim hakkı kapsamında kalmaktadır. Salgın hastalık durumu ortadan kalkıncaya kadar part-time çalışma düzeni uygulanır, akabinde gecikmeksizin tam zamanlı çalışma sistemine geçmek gerekir.

Part-time çalışma halinde, çalışma süresi haftalık çalışma süresinin üçte ikisini aşamaz.

İşçinin bu çalışma sistemini kabul etmemesi halinde işveren geçerli nedenle fesih edebilir.

Part-time çalışma sistemine geçilmesi halinde işçinin ücretine üçte bir veya üçte iki indirim yapılabillir.

  • Çalışan çalışmadığı süre için telafi çalışması da yapabilir.

Torba Kanun ile yapılan değişiklik ile 2 aylık telafi süresi 4 aya çıkarılmıştır. Bu kapsamda işçi çalışamadığı süreleri 4 ay içerisinde telafi çalışması yapmak suretiyle telafisini yapabilir.

Her hâlükârda telafi çalışması günde 3 saati geçemez ve günlük çalışma süresi 11 saati aşamaz. Ayrıca tatil günlerinde yapılabilmesi de mümkün değildir.

  • Koronavirüs sebebiyle işçinin iş yapmaktan/çalışmaktan kaçınma hakkı vardır.

İşçinin çalışmaktan kaçınma hakkı iş sağlığı ve güvenliği kapsamında Madde 13 şartlarının oluşması halinde işçi nezdinde doğan bir haktır. Ancak bunun belirli şartları bulunmaktadır. İşyerinde iş güvenliği ve sağlığı konusunda ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışanlar, işverenden gerekli tedbirlerin alınmasını isteyebilirler.

  • Çalışanın koronavirüse yakalanması halinde bazı şartların varlığı halinde işveren haklı nedenle iş akdini feshedebilir.

Salgın hastalık, İş Kanunun haklı nedenle feshi düzenleyen 25nci maddesinde yer alan sağlık sebebiyle fesih düzenlemesi kapsamında bazı şartların varlığı halinde haklı nedenle fesih ihtiva etmektedir. Şöyle ki; salgın hastalık sebebiyle haklı fesih yapılabilmesi için madde içeriğinde düzenlenmiş diğer durumların da mevcut bulunması gerekmektedir. Örneğin, işçinin raporlu gün süresinin ihbar öneli + 6 haftayı geçiyor olması gerekir veya salgın hastalığa yakalanmanın işçinin kendi kastı veya derli toplu olmayan yaşayışından kaynaklanıyor olduğunun ispatlanması gerekir.

  • Sağlık sebebiyle ve zorlayıcı sebep ile fesih halinde Yargı Kararları doğrultusunda işveren kıdem tazminatı ödemekte ancak ihbar tazminatı ödememektedir.

 

  • İşveren kendisine düşen tedbir ve önlemleri almakla yükümlüdür (İş Kanunu, Borçlar Kanunu ve İş Sağlığı ve Güvenliği hükümleri çerçevesinde)

Koronavirüs salgını kapsamında çalışanların sağlığını koruma yükümlülüğü bulunan işverenin bu kapsamda çalışanların virüse yakalanmaması için azami özen ve dikkati göstermesi gereklidir. işyerinin ve işin özelliklerine göre çalışanlara koruyucu maske uygulaması getirilmesi, sosyal mesafe uygulaması, eğitim ve bilgi verilmesi, toplu ve birlikte çalışmanın düzenlenerek temasın ve etkileşimin azaltılması, işyerlerinin dezenfekte edilmesi, çalışanların sağlık kontrollerinin yapılması, vardiya usullerinin düzenlenmesi, işin niteliğinin uygun olması halinde uzaktan çalışma veya kısmi süreli yada çağrı usulü çalışma yapılması, izin uygulaması vb tedbirler alınmalıdır. Bu veya benzerin tedbirlerin alınmaması ve/veya işyerinin sağlık açısından güvenli hale getirilmemesi durumunda çalışanın iş görme edimini yerine getirmekten kaçınma hakkı doğabileceği gibi çalışana virüs bulaşması hali iş kazası olarak değerlendirilebilecektir.

  • İşçinin de işverenin almış olduğu tedbirlere uyması, eğitimlere katılması zorunludur, aksi takdirde işveren haklı nedene dayanarak iş akdini feshedebilir.

Çalışanın maske kullanma kararına ve/veya diğer koronavirüs tedbirlerine uymaması, hem çalışanların sağlığını hem de toplum sağlığını tehlikeye sokacaktır. Bu sebeple çalışanın tüm uyarılara rağmen koronavirüs tedbirlerine uymaması durumunda işveren, 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” başlıklı 25. maddesinin (I) bendi uyarınca çalışan ile akdetmiş olduğu iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir. Ancak feshin son çare ilkesine uygun olarak kullanılabilmesi ve ölçülü olabilmesi için işverenin işçiyi öncesinde yazılı olarak uyarması ve bu davranışını düzeltmesini talep etmesi gerekir.

  • Çalışanın sağlığını tehlikeye düşürecek iş seyahati ve toplantılara katılmaktan kaçınma hakkı bulunmaktadır.

İşçinin işverene karşı iş görme edimini yerine getirmesi gerekmektedir. Ancak işçinin sağlığını ve güvenliğini tehlikeye düşürmesi halinde işçi iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabilir.

  • Bu süreçte, işveren kısa çalışma ödeneğine başvurabilir.

Koronavirüs salgın hastalık olarak değerlendirildiğinden işverenlerin kısa çalışma ödeneğinden faydalanabilmesi mümkündür. Kısa çalışma ödeneği şartlarının oluşması halinde çalışanların maaşının belirli bir bölümü (Brüt kazancın %60 kadarı) İŞKUR tarafından ödenmektedir.

Kısa çalışma uygulaması/ödeneği; Genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılması veya süreklilik koşulu aranmaksızın işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen en az dört hafta süreyle durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak sigortalılara çalışamadıkları dönem için gelir desteği sağlayan bir uygulamadır.

İşyerinde Kısa Çalışma Uygulanabilmesi için; İşverenin; genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı sebeplerle işyerindeki çalışma süresinin önemli ölçüde azaldığı veya durduğu yönünde İŞKUR’a başvuruda bulunması ve yapılan uygunluk tespiti sonucu işyerinin bu durumlardan etkilendiğinin tespit edilmesi gerekmektedir.

İşçinin Kısa Çalışma Ödeneğinden Yararlanabilmesi İçin;

-İşverenin kısa çalışma talebinin iş müfettişlerince yapılacak inceleme sonucu uygun bulunması,

-Kısa çalışmaya tabi tutulan işçinin kısa çalışmanın başladığı tarihte çalışma sürelerini ve prim ödeme şartlarını sağlamış olması (kısa çalışma başvurularında, son 60 gün hizmet akdine tabi olmak kaydıyla son 3 yıl içinde 450 gün prim ödemiş olması),

-İş müfettişlerince yapılacak inceleme sonucu kısa çalışmaya katılacaklar listesinde işçinin bilgilerinin bulunması gerekmektedir.

Kısa çalışma ödeneği tutarı; işçinin son oniki aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama kazanç üzerinden hesap edilir. Hesap edilen ortalama brüt kazancın %60’ı çalışana ödenmektedir.

KOVİD-19 (CORONA) VİRÜSÜ İŞ KAZASI KAPSAMINDADIR

 

KOVİD-19 (CORONA) VİRÜSÜ İŞ KAZASI KAPSAMINDADIR.

 

Yargıtay’ın daha önceki virüs salgınlarına karşı verdiği kararlar kapsamında, işverenin çalışanını yurtiçi veya yurtdışı görevlendirmeleri sırasında çalışana virüsün bulaşması halinde iş kazası sayılacaktır.

Günümüzü tehdit eden kovid-19 virüsünün hızla yayıldığı bu günlerde virüsün bulaşması sonuçları herkesi düşündürmektedir.

Bu kapsamda, İş Hukuku yönünden virüsü ele almak gerekir ise, işverenlerin virüs sebebiyle yurtiçi ve yurtdışı iş seyahatleri için çalışanlarını zorlayamayacakları, nitekim çalışanın bu seyahat neticesinde virüse yakalanması halinde bu durumun iş kazası olarak kabul edileceği ortadadır.

Bu konuda Yargıtay’ın daha önce H1N1 virüsüne ilişkin vermiş olduğu karar emsal niteliğindedir.

YARGITAY
21.Hukuk Dairesi
Esas: 2018/ 5018
Karar: 2019 / 2931
Karar Tarihi: 15.04.2019

K A R A R


Davacılar; murislerinin iş kazası sonucu vefat ettiğinin tespitini istemişlerdir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacılar murisinin davalı şirkette 01.05.1996 tarihinden itibaren tır şoförü olarak çalıştığı, murisin en son 26.11.2009 tarihinde … Limanı’ndan çıkış yapıp Ukrayna’ya gittiği, yine aynı limandan 11.12.2009 tarihinde Türkiye’ye giriş yaptığı, işyerinin bulunduğu Trabzon iline dönerken kendisini iyi hissetmediği için …Devlet Hastanesi’ne 13.12.2009 tarihinde müracaat ettiği ve söz konusu hastanede muayene edilerek raporun tanı kısmına; “ akut üst solunum yolu enfeksiyonu, tanımlanmamış ” yazıldığı, murise iğne yapılıp ilaç verildiği, daha sonra murisin Trabzon iline gittiği, 15.12.2009 tarihinde ise işveren tarafından yine Ukrayna’ya gitmek üzere görevlendirildiği, ancak Çarşamba ilçesinde trafik kazası geçirdiği ve bu kaza nedeni ile götürüldüğü Çarşamba Devlet Hastanesi’nde muayene edildiği, düzenlenen raporda; trafik kazası nedeni ile başvuran murisin tüm bulgularının normal olduğunun belirtildiği, ancak murise “ devaljin ampul” isimli ilaç verildiği, kazadan sonra murisin tekrar Trabzon iline döndüğü ve iki gün sonra 17.12.2009 tarihinde KTÜ … Hastanesi’ne “ bir haftadır öksürük, balgam, halsizlik, 2 gündür 40 derece ateş ” şikayetleri ile başvurduğu, hastane tarafından H1N1 ( domuz gribi ), pnömani ( zatürre ) ve ARDS ( akut solunum sıkıntısı sendromu ) tanısıyla tedavi altına alındığı, on gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 26.12.2009 tarihinde vefat ettiği, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişi tarafından düzenlenen raporda; murisin 15.12.2009 tarihinde geçirdiği kazanın iş kazası olduğunun,

ancak 26.12.2009 tarihinde vefat etmesi sonucu hastane raporunda ölüm tanısı olarak H1N1 ( domuz gribi ) pnömoni,akut böbrek yetmezliği…belirtilmesi nedeni ile ölümünün geçirmiş olduğu iş kazası ile ilişkilendirilemeyeceğinin belirtildiği, Adli Tıp Kurumu … Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 16.04.2014 tarihli raporunda; murisin ölümünün H1N1 ( domuz gribi) enfeksiyonu ve gelişen komplikasyonlarından meydana gelmiş olduğu, 13.12.2009 tarihinde …Devlet Hastanesi’ne başvurusundaki şikayetlerin H1N1 enfeksiyonunun başlangıç belirtileri olabileceğinin, H1N1 virüsünün kuluçka süresinin 1-4 gün arasında değiştiğinin, 13.12.2009 tarihindeki şikayetlerin hastalığın başlangıç belirtileri olduğu taktirde H1N1 enfeksiyonunun bulaşımının 13.12.2009 tarihinden önceki 1-4 günlük zaman dilimi içerisinde gerçekleşmiş olacağının, 15.12.2009 tarihinde meydana gelen trafik kazasında hastalığın etkisi olduğunu gösterir tıbbi bulgu olmadığının bildirildiği, Adli Tıp Genel Kurulu’nun 26.03.2015 tarihli raporunda da; Birinci İhtisas Kurulu gibi görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanaklarından olan 5510 sayılı Kanunun 13. maddesinde iş kazasının unsurları;

a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b)İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,

c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,

d) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,

e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olay…” olarak belirtilmiştir.

Açıklanan madde hükmüne göre, iş kazası; maddede sayılı olarak belirtilmiş hal ve durumlardan herhangi birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen veya ruhen zarara uğratan olaydır.

Yasada iş kazası, sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hale getiren olay olarak tanımlandığından, olayın etkilerinin bir süre devam ederek zaman içinde artması ve buna bağlı olarak sonucun daha sonra gerçekleşmesi mümkündür. Yani,iş kazası ani bir olay şeklinde ortaya çıkıp ,buna bağlı olarak zarar, derhal gerçekleşebileceği gibi, gazdan zehirlenme olayında olduğu şekilde etkileri daha sonra da ortaya çıkabilir. Sonradan oluşan zarar ile olay arasında uygun illiyet bağı bulunması koşuluyla olay iş kazası kabul edilmelidir.

Yasanın iş kazasını sigortalıyı zarara uğratan olay biçiminde nitelendirmiş olması illiyet (nedensellik) bağını iş kazasının bir unsuru olarak ele almayı gerektirmiştir. Ne var ki, burada aranan “uygun illiyet (nedensellik) bağı” olup, bu da yasanın aradığı hal ve durumlardan herhangi birinde gerçekleşme olgusu ile sonucun birbiriyle örtüşmesi olarak anlaşılmalı, yasada olmadığı halde, herhangi başkaca kısıtlayıcı bir koşulun varlığı aranmamalıdır.

Kısacası; anılan yasal düzenleme, sosyal güvenlik hukuku ilkeleri içinde değerlendirilmeli; maddede yer alan herhangi bir hale uygunluk varsa zararlandırıcı sigorta olayının kaynağının işçi olup olmaması ya da ortaya çıkmasındaki diğer etkenlerin değerlendirilmesinde dar bir yoruma gidilmemelidir. (HGK 2009/21-400 Esas,432 Karar )

Somut olayda,tır şoförü olan davacı murisinin 26.11.2009 tarihinde davalı işveren tarafından Ukrayna’ya sefere gönderildiği,11.12.2009 tarihinde Türkiye’ye giriş yaptığı,Adli Tıp Kurumu raporunda, H1N1 virüsünün kuluçka süresinin 1-4 gün arasında değiştiği, murisin 13.12.2009 tarihli hastaneye başvurusunda belirttiği şikayetlerin hastalığın başlangıç belirtileri olduğu taktirde hastalığın bulaşmasının bu tarihten 1-4 gün öncesinde gerçekleşmiş olacağının bildirildiği,buna göre davacı murisinin, işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle Ukrayna’ya yapılan sefer sırasında bulaştığı yukarıda belirtilen rapor kapsamından anlaşılan H1N1 virüsüne bağlı olarak, daha sonra meydana gelen ölümünün iş kazası olarak kabul edilmesi gerektiği açıktır.

O halde, davacı ve davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 15/04/2019 gününde oy çokluğuyla karar verildi.

İŞ MAHKEMELERİ KANUNUNDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 25.10.2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Peki hangi önemli değişiklikler bu Kanunla birlikte uygulamaya geçmiştir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava şartı arabuluculuk 01.01.2018 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek,  diğer değişiklikler ise kanunun yayım tarihi 25.10.2017 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş durumdadır.

  1. DAVA ŞARTI ARABULUCULUK (m.3)

En önemli değişiklik, 01.01.2018 tarihi itibariyle İş Mahkemelerinde açılacak olan davalarda arabuluculuk dava şartının getirilmiş olmasıdır. Buna göre, İlgili kanunun 3. maddesi ile, kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi ve işveren alacağı, tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulması dava şartı olmuştur. Ancak bu kural, iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan maddi-manevi tazminat, tespit ve rücu davalarında uygulanmayacaktır. Dolayısıyla, iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklı tazminat davaları hariç olmak üzere, ilgili Kanun ile, 01.01.2018 tarihinden itibaren İş Mahkemelerinde açılacak davalarda önce arabulucuya başvurmak zorunluluğu getirilmiştir. Arabulucuya gidilip herhangi bir çözüme ulaşılamaması durumunda ancak dava açılabilmesi mümkün olacaktır.

Yeni düzenleme ile getirilen arabuluculuk dava şartı, tamamlayıcı dava şartı olarak öngörülmemiş olduğundan arabuluculuk yoluna başvurulmaksızın dava açılması halinde dosya üzerinden doğrudan davanın usulden reddine karar verilecektir.

5 nolu bendindeki düzenlemeye göre; başvuru karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirilen yazı işleri müdürlüğüne yapılır. Arabuluculuk bürosu olmayan yerlerden Sulh Hukuk Mahkemeleri bu anlamda görevli kılınmıştır. Birden fazla Sulh Hukuk Mahkemesi’nin bulunduğu yerde (1) nolu mahkeme, birden fazla hakim bulunan mahkemelerde de en kıdemli hakime bağlı yazı işleri müdürlüğü arabuluculuk bürosu hizmetlerini yürütecektir.

Kanunun 11. maddesi kapsamında,  işe iade talebi ile dava açılabilmesi için, öncelikle fesih bildiriminden itibaren 1 ay içerisinde arabulucuya başvurulmak zorundadır. Yani, daha önce dava açma süresi olarak öngörülmüş olan 1 aylık hak düşürücü süre, artık arabulucuya başvuru için öngörülmüş durumdadır.

Arabuluculuk faaliyetleri sonucunda bir anlaşmaya varılamaması halinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren 2 hafta içerisinde dava yoluna gidilmesi gerekmektedir. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslının veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğinin dava dilekçesinin ekine eklenmesi zorunludur. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde, eksikliğin tamamlanması için mahkeme tarafından 1 haftalık ek kesin süre verildiği ve tamamlanmaması halinde davanın usulden reddedileceği ihtar olunur.

Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hallerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir. Ancak tarafların anlaşmak istemeleri halinde, dava açıldıktan sonraki aşamada da arabuluculuk anlaşma tutanağının dava dosyasına sunularak davanın sonuçlandırılabilmesini sağlamak mümkündür.

Arabuluculuk bürosu tarafından yapılması gereken zaruri giderler; arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşma uyarınca taraflarca ödenmek, anlaşmaya varılamaması hâlinde ise ileride haksız çıkacak taraftan tahsil olunmak üzere Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır. 2 saate kadar olan arabulucu ücreti devlet tarafından karşılanacaktır. Kural olarak, asgari ücret tarifesinde belirtilen miktarın altında bir ücretin taraflarca belirlenebilmesi mümkün değildir ve belirlenen miktarın taraflarca eşit olarak paylaştırılması öngörülmüştür. Ancak bundan farklı bir ücret paylaşımı da tarafların anlaşması şartı ile mümkün kılınmıştır. O halde, tarafların, arabulucu ücretinin Asgari
Ücret Tarifesinde belirlenmiş olan miktarın altında kalmamak koşulu ile serbestçe belirleyebilmeleri mümkündür.

İlgili Kanuna göre, geçerli mazereti olmaksızın ilk oturuma katılmayan taraf, davada haklı çıksa bile, yargılama giderlerinin tamamından sorumlu olacaktır. Vekâlet ücretinin de yargılama giderlerinin içerisinde yer aldığını unutmamak gerekir.

Her iki tarafın da ilk oturuma katılmaması nedeniyle arabulucu faaliyetlerinin sona ermesi halinde, davada tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

Arabuluculuk bürosuna başvurulmasından son tutanağın düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez.

  1. SOSYAL GÜVENLİK KURUMUNA ZORUNLU BAŞVURU (m.4)

İdari para cezalarına ilişkin itiraz ve 5510 sayılı Kanunun geçici 4. Maddesi haricinde SGK’ya ve Türk İş Kurumu’na karşı açılacak davaların İş Mahkemesinde açılması zorunluluğu getirilmiştir.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurulması zorunluluğu getirilmiştir. Dava yoluna gidilebilmesi için Kurumun olumsuz cevap vermesi ya da 60 gün içerisinde cevap vermemesi nedeniyle cevabın olumsuz sayılması gerekmektedir. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz.

Hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talebi ile işveren aleyhine açılan davalarda ise dava Kuruma resen ihbar edileceği düzenlenmiştir. İhbar üzerine davaya davalı yanında ferî müdahil olarak katılan Kurum, yanında katıldığı taraf başvurmasa dahi kanun yoluna başvurabilir. Kurum, yargılama sonucu verilecek kararı kesinleştikten sonra uygulamakla yükümlüdür.

  1. GÖREV (m.5)

Bu Kanun ile, 6098 sayılı kanunda yer alan hizmet sözleşmesine tabi olarak çalışan işçilerin iş ilişkisi nedeniyle açacağı davaların da İş Mahkemelerinin görev alanına girdiği düzenlenmiştir. Böylece eski kanun döneminde uygulamada karşılaşılan ev hizmetlerinde çalışan işçilerin belirsiz durumu giderilerek de onların da İş Mahkemelerinde dava açması yönündeki görüş hükme bağlanmıştır.

 

  1. YETKİ (m.6)

Mevcut yetki kurallarına ek olarak, işlemin yapıldığı yer mahkemesi de yeni kanun ile yetkili kılınmıştır. Bu şekilde SGK’ya karşı açılacak davalarda işlemin yapıldığı şubenin bağlı olduğu mahkemede de dava açılabilmesi mümkün hale gelmiştir.

İş kazasına ilişkin yetki kuralı da genişletilmiştir. İş kazasının meydana geldiği yer mahkemesinin yanı sıra, zarar gören işçinin yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğu da düzenlenmiştir.

  1. KANUN YOLLARINA BAŞVURU SÜRECİNİN TEBLİĞDEN BAŞLAMASI (m.7)

Kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar. Kanun yoluna başvurulan kararlar, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtayca ivedilikle karara bağlanır. Böylece BAM ve Yargıtay tarafından belli bir süre içerisinde karara bağlanması gerektiğine dair hüküm de kaldırılarak yalnızca ivedilikle karara bağlanacağı hüküm altına alınmıştır.

  1. TEMYİZ EDİLEMEYECEK KARARLAR (m.8)

Aşağıda yer alan davalara ilişkin BAM tarafından verilecek kararlar kesin olup temyiz yoluna gidilebilmesi mümkün değildir.

  • İş Kanunu 20. maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar (işe iade talepli açılan davalar)
  • İşveren tarafından toplu iş sözleşmesi veya işyeri düzenlemeleri uyarınca işçiye verilen disiplin cezalarının iptali için açılan davalarda verilen kararlar
  • 6356 Sayılı Kanun’un bazı maddeleri kapsamında açılan davalarda verilen kararlar
  • 4688 Sayılı Kanun’un bazı maddeleri kapsamında açılan davalarda verilen kararlar.
  1. ZAMANAŞIMI SÜRESİ (m.15)

Bazı alacak ve tazminat kalemleri bakımından zamanaşımı süreleri kısaltılmıştır.

İş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla hangi kanuna tabi olursa olsun, yıllık izin ücreti ve aşağıda belirtilen tazminatların zamanaşımı süresi beş yıldır.

  • Kıdem tazminatı.
  • İş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat (ihbar tazminatı),
  • Kötüniyet tazminatı.
  • İş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat (ayrımcılık tazminatı)

Burada ayrımcılık tazminatı açısından dikkat edilmesi gereken husus, ayrımcılıktan kaynaklanan fesih halinde talep edilen ayrımcılık tazminatının zamanaşımı süresi fesihten itibaren 5 yıldır. İşçi çalışmasına devam ederken ayrımcılığın söz konusu olması halinde zamanaşımı süresi 10 yıl olarak uygulanmaya devam edecektir.

Ek-3üncü maddede belirtilen yukarıdaki zamanaşımı süreleri 25.10.2017 tarihinden sonra iş sözleşmeleri sona eren işçiler açısından geçerli olacaktır. Dolayısıyla yürürlüğe girmesinden önce (25.10.2017’den önce) işlemeye başlamış bulunan zamanaşımı süreleri, değişiklikten önceki hükümlere tabi olmaya devam edecektir. Ancak, zamanaşımı süresinin henüz dolmamış kısmı, Ek-3 üncü maddede öngörülen süreden uzun ise, Ek-3 üncü maddede öngörülen sürenin geçmesiyle zamanaşımı süresi dolmuş olacaktır.